Toplumsal muhalefetin kendini sol olarak tanımlayan ama esasen Kıbrıs milliyetçiliğinden öte bir ufku da bulunmayan bir kesiminde, her pratik tutuma itiraz olarak kullanılan yaygın bir ifade var: “İşgal altında bu dediğin olmaz!”
Başta “işgal altında seçim olmaz” şeklinde başlayan, giderek neredeyse yaşamın her alanına dair vecizeye dönüşen bir ifadedir bu. “İşgal altında demokrasi olmaz”, “işgal altında sendikacılık olmaz”, “işgal altında kadın sığınma evi olmaz”, “işgal altında sınıf mücadelesi olmaz”, “işgal altında halkların kardeşliği olmaz”, “işgal altında servet vergisi olmaz” ve en son duyumlarımıza göre de “işgal altında basın özgürlüğü olmaz!”
Bu kişilere göre “işgal altında olmasak ‘dükkan bizim’ ama ne yazık ki işgal altındayız, onun için önce işgalci ile mücadele etmek gerekir.” Bu yüzden de nerede, ne zaman, kim, ne yaparsa yapsın karşısında bu kişileri bulur: “Bu yaptığın işbirlikçiliktir, bu yaptığın gizli kktc’ciliktir, çünkü işgale karşı mücadele etmek yerine bunlarla uğraşıyorsun, bu istediğin işgal altında olmaz!”
***
Önce şunu söylemek gerekiyor ki, tarihte hiçbir toplumsal mücadele verili sistemin hedeflenen kazanım ile uyumlu olup olmadığı hesap edilerek yürütülmemiştir. Talep edilen kazanım için koşullar olgunlaşmış ve halk da bu kazanımı yeterince sahiplenmişse; verili toplum yapısı içinde mümkün olmayan her değişim, toplum yapısını da değiştirmiştir. Önce rejimin sonra yaşamın değiştiğini düşünenler sopayı yanlış tarafından tutuyorlar; önce yaşam değişir sonra da bu yaşama ayak uyduramıyorsa rejim değişir.
Rejimin değişmesine neden olan taleplerin öznesi, bu değişim sırasında kendi yaşamının da öznesi haline gelir. İrade, onur, kendi kaderini tayin gibi olgular mücadele ile kazanılır. İşte bizim Kıbrıs milliyetçilerimizin olmasından korktuğu şey tam da budur; “ya servet vergisi için mücadele eden halk özne haline gelirse, ya demokrasi isteyen halk kendi kaderine hükmederse; o zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’ne nasıl geri döneceğiz?”
“İşgal altında şu olmaz, işgal altında bu olmaz” deyip durmalarına bakmayın siz, esas korkuları budur işte; Kıbrıslı Türklerin kendi yaşamlarının öznesi olması! Yoksa geçmişte “olmaz” dedikleri her şeyin bir ucundan tutmuşlukları nasıl başka türlü izah edilebilir?
***
Pratiklerine baktığımızda görürüz ki; işgal altında gazete çıkarılabilir, dava açılabilir, dava kazanılabilir, sendika kurulabilir, grev yapılabilir, parti kurulabilir, seçime girilebilir, Meclis’e girilebilir, yasa yapılabilir, memur olunabilir, emekli olunabilir, ihaleye girilebilir, şirket kurulabilir, işçi çalıştırılabilir, çalıştırdığın işçinin yatırımları yapılmayabilir, evlenilebilir, boşanılabilir, yayınevi kurulabilir, mal kiraya verilebilir, miras kavgası yapılabilir! Hatta işgal altında devlet bile kurulabilir. Merak edenler açıp kktc’nin kuruluşuna ve Self Determinasyon İçin Aydın Hareketi’nin üyelerine bakabilir. Bütün bunları ve daha fazlasını yapmış olanlar ve hala yapmakta olanlar, halkın hakları için yürütülen her mücadelenin karşısına dikilip “bu dediğiniz işgal altında olmaz” diyenlerle aynı kişiler olabilir…
Kıbrıs milliyetçileri canları ne isterse onu yapmakta serbesttirler, ancak onlardan başka hiç kimse işgal koşullarında nefes dahi alamaz, alırsa işbirlikçidir! İnsan ister istemez merak ediyor, Kıbrıs milliyetçilerinin bir yerlerden alınmış özel bir izinleri mi var yoksa bilmediğimiz bir kerametleri mi var ki onlara bahşedilen imkanlar biz ölümlüler için geçerli değil? Bu nasıl bir çifte standarttır ki, onlar her istediklerini yapabilmekte, her pisliğin içine girip analarından yeni doğmuş gibi tertemiz çıkabilmekte ancak bizim sadece düşündüklerimiz bile alnımıza kara bir leke çalmaktadır?
Biz “basın özgürlüğü” için yürüdüğümüzde işbirlikçi oluyoruz ama onlar Serdar Denktaş’a seçim desteği verdiklerinde bile tertemiz! Biz “servet vergisi” istediğimizde işbirlikçi oluyoruz ama onlar yatırım yapmadan işçi çalıştırdıkları halde tertemiz! Biz “polis sivile bağlansın” dediğimizde işbirlikçi oluyoruz ama bu “devleti” onlar kurduğu halde tertemiz! İnsan gerçekten hayran kalıyor, hayrete düşüyor, tüm bunlar nasıl oluyor?
***
Bu kesim bütün kötülükleri önceden bildiği için, ne zaman skandal niteliğinde bir olay olsa “şaşırdık mı, elbette hayır” ifadesini kullanmayı çok sever. Şaşırmamakla gurur duyar! Şaşırmak, hayrete düşmek, yaşanan olumsuzluklara tepki duymak, hazmedememek, itiraz etmek bizim gibi toy, deneyimsiz, saf ve sistemin özünü kavrayamamış acemilere özgü bir davranış olarak küçümsenir! Ama gene de bu kesimleri destekleyen farklı sosyo-ekonomik temellerden insanların varlığı şaşırtıcı bir durumdur.
“İşgal altında olmaz”cı kişiler esnaf, sanatçı, öğrenci, işçi, memur, doktor, öğretmen olabilmektedir. Mesela “işgal altında basın özgürlüğü olmaz” sözünü destekleyip sokakta eylem yapılmasını küçümseyen bir memur, işgal altında maaş dokunulmazlığı mı beklemektedir ki maaşından kesinti yapılmasına itiraz edebilmektedir? Burs isteyen öğrenci “işgal altında burs” mu beklemektedir? Hasta “işgal altında sağlık hakkı”, işçi “işgal altında iş güvencesi”, sanatçı “işgal altında özerk sanat”, hayvancı “işgal altında üreticiye destek”, esnaf “işgal altında adil vergi” nasıl talep eder? Hayvan sever Kıbrıs milliyetçisi işgal altında hayvan hakları ister, kimisi işgal altında çocuk hakları mücadelesi verir, feminist işgal altında kadın sığınma evi talebini yükseltirken bunların işgal altında olmayacağı bilinmemekte midir? Bu “işgal altında olmaz” sözünün hep başkalarının mücadelesine dair kullanılıyor olması şaşırtıcı değil midir?
***
Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Sınıf mücadeleleri egemenlerin saldırıları kadar, ezilenlerin direnişleri ve karşı saldırıları ile de şekillenir. Toplumsal yaşamın içerisindeki her olgu bir mücadele alanıdır. Eğitimden sağlığa, trafikten işsizliğe, sendikal haklardan kadın-erkek eşitliğine, ekolojik sorunlardan emeklilik yaşına, sanattan ev kiralarına, hukuktan tarıma kadar her alanda yayılıp gelişen hayat; aynı zamanda kendiliğinden çelişkilerin de serpilip büyüdüğü zemindir.
Bir toplumsal düzenden başka bir toplumsal düzene geçiş; yaşamın her zerresine yayılmış bu çelişkilerin gelişip serpilmesi, halkın taleplerinin büyümesi ve eski toplumsal düzenin bu talepleri karşılayamadığı için aşılması yoluyla gerçekleşir.
Hiçbir tarihte ve hiçbir coğrafyadaki hiçbir mücadele; “bu rejimde bu talep mümkün müdür”, “rejim bu istediklerimizi karşılayabilir mi”, “nasıl yaparız da hem rejim aynen devam eder hem de bizim talebimiz hayata geçer” sorularıyla yürütülmemiştir. Önce talep gelir ardından değişim! Sorunlar gerçekse, sorunlar yaşamsalsa, sorunların ortadan kalkmasını isteyen bir toplumsal taban varsa ve örgütlüyse; talepleri karşılayamayan eski rejimin kabuğunun çatlaması bir mücadele meselesidir! Halkın taleplerini karşılayıp karşılayamayacağı, rejimin sorunudur! Halkın talepleri rejimlere göre değil, rejimler yaşamın gereklerine göre şekillenir!
Bu yüzden Kıbrıslı Türk halkının maruz kaldığı olumsuzluklar karşısında yürütülen mücadele dışında bir değişim olasılığı yoktur. Mücadeleyi küçümsemek, ya değişime dair umut yitiminin ya da halkın özne olmasından duyulan korkunun ifadesidir. Korku ve karamsarlık insani duygulardır ama hiç kimsenin kendi karamsarlık veya korkularını halkın mücadelesine trafik kuralları olarak dayatmaya hakkı yoktur. Siz hele halkın taleplerini en yüksek yasa mertebesine yerleştirip kendinizi bunun mücadelesine adayın, görürüz o zaman işgal altında neler olmaz!
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri