“……….’in-ın-un-ün ………………’ten-den-tan-dan başka dostu yoktur! (noktalı yerlere hangi ulus ismini koyarsanız koyun fark yaratmayacaktır)” ekseriyetle duyduğumuz bir safsatadır milliyetçi algı tarafından dillendirilen. Baskıyla, sömürüyle, ezme edimiyle, ötekileştirmeyle, sahte alçakgönüllükle bezenmiş bulunan ve para kasalarını doldurmayı biricik amaç olarak edinmiş bir grup elitin; bu hırslarına yataklık etmek üzere hukuk sistemi, borsa, asker, polis vb. sayısız araç gereçle donanmış olan kapitalist sistemin en kullanışlı, verim sağlayan mental silahlarından en güçlüsüdür bu: Milliyetçilik.
Bireylerin- kitlelerin yaşam koşullarının iyi olma veya kötü olma halinin, salt mensup bulunduğu ulustan ötürü hayat bulduğu ve daha başka her hangi bir değişkenin bu halin değişimine etkisinin olmadığı algısı pompalanır durur. Bu gerçekte de böyle midir ? Cevap verelim. Hayır, değildir. Eğer insanlık tarihinde yaşananlar bu safsatayı doğrular nitelikte olmuş olsaydı; bir Kıbrıslı Türk olarak benim ve/veya başka her hangi bir Kıbrıslı Türk’ün bu ada üzerinde kendimizin insani tam gelişimine ketler vuracak uygulamalara maruz kalmazdık. Tek bir Kıbrıslı Türk sömürülmez, kimsemiz siyaset yasağına uğramaz, alım gücümüz patronlar lehine düşürülmez, hayatımızın idamesi için gerekli hiçbir hizmet veya mal yine sermayedarların peşkeşine çekilmezdi. Bu bağlamda idrak ediyoruz ki salt bir ulusa aidiyet, “dostu” ve “düşmanı” belirlememektedir. “Dostu” da “düşmanı” da belirleyen muhakkak ki başka etmenler, dinamikler mevcuttur. Kıbrıs’ta yaşamakta ve hayatını kazanmakta olan, ekonominin çarklarının içinde bulunan sayısız ulustan insan mevcuttur. Büyük kısmı emeğini ve kendine ayırması gereken zamanını satarak geçimini sağlamakta; geriye kalan azınlık kısım ise yine emekçinin ürettiği artı değeri( zenginin kendinin saydığı ama asılında üretenin olanı) işleterek göbek yapmaktadır. Kıbrıs’ta yaşayan zengin bir Rus sistemin doğallığının gereği olarak daha rahat koşullar altında hayat sürerken, bir Kıbrıslı Elen işçi sömürüye uğramaktadır. Diğer taraftan Sri Lankalı bir emekçi iş cinayetinde yaralanırken veya ölürken, Türkiyeli bir sermaye sahibi sefa sürmektedir.
Dünya geneli üzerinden tahlil ettiğimizde; şirketler sadece kendi ulusundan olan şirketlerle değil, bin bir farklı ulustan şirketle kar odaklı işbirlikleri yapabilmektedirler. Dolayısıyla sermaye karına kar katmak için milliyetçi değerleri göz ardı edebilmekte ancak “akil” adamları ağzıyla, milliyetçliği geniş halk kitlelerine telkin etmekte, sistem karşısında bu uyuşukluk halinin muhafazasını ve ezilenlerin sisteme karşı birleşik bir cephe kurmasını göz ardı ettiği değerlerle engellemektedir.
Demem odur ki: Ezilen safta yer alan herkes bu aldatmacalara, sisteme karşı olması gereken tepkinin -böylesi altı doldurulamayan ve günlük hayat deneyimlemeleriyle yanlışığı çıplakça ortada duran- pasifize edilmesine karşı gözünü ve algısını dört açmalıdır. Ne kimse belirli bir coğrafyada, aitlik hissettiği ulustan dolayı özgürleşir ne de tutsaklaşır. Özgürleşmek istemi de tutuklamak arzusu da ait olduğumuz sınıfın doğurgularıdır.. Ezen(Sermaye) tutsak etmek isterken ezilen(İşçi/emekçi) bunu kırmak, zincirlerinden kopmak ister. Üreten çeşitli yöntemlerle zincirlenerek zenginin zenginleşmesine araç edilmekten kurtulmayı , sömüren ise ulusuna bakmaksızın üretenin ümüğünü sıkmayı dert edinir. Bu anlamda içinde yaşadığımız dünyamızda hayat bulan her türlü olayı çözümlerken temel alacağımız nokta hangi ulustan olduğumuz değil, sınıflı mevcut toplumun içinde konumlanışımız olmalıdır.
Onların ilkesi (KAR)YETÇİLİK,
Bizimki ise (İŞÇİ)YETÇİLİKtir.
Yusuf Özgü Sertel
Bağımsızlık Yolu Üyesi