Kıbrıs’ın kuzeyindeki en temel politik problemi (veya problemler demetinin temelinde yer alan dinamiği) “irade” kavramı çerçevesinde tartışabiliriz…
Ancak bu “irade” meselesi o kadar çok farklı kesimlerce ve o kadar çok farklı içeriklerde kullanılıyor ki, bu kavramı sağlam bir zemine oturtmadan yapılacak pek çok çözümleme ve mücadele eksik kalır…
Elbette bu “irade” kavramının Kıbrıs’ın kuzeyine özgü anlamını, onun tarihsel toplumsal kökenlerini ve dinamiklerini tartışmak daha uzun bir yazının konusu; o yüzden bu yazıda, daha ziyade, farklı politik kesimlerin irade meselesine yaklaşımı tartışılacaktır…
***
Örneğin başını Kıbrıslı milliyetçilerinin, ya da her meseleyi alaya alarak sindiren sinik mandra demokratlarının/solcularının anlayışına göre, TC, Kıbrıs’ın kuzeyinde (ve haliyle Kıbrıslı Türk halkı üzerinde) mutlak bir iradedir ve bu irade aşılamazdır çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinin yapısı (ve haliyle Kıbrıslı Türk halkının toplumsallaşması/politize olması) tamamen bu mutlak irade tarafından biçimlendirilmektedir. Bu düşünce yapısına sahip olanların sinik bir alaycılığa savrulması gayet anlaşılırdır çünkü eğer TC Kıbrıs’ın kuzeyinde mutlak bir iradeyse (yani direnişler, etkileşimler, oluşturulmaya çalışılan alternatif zeminler, tarihsel çelişkiler vs. dikkate alınmıyorsa), Kıbrıslı Türk halkının bu mutlak iradeyi kırmak için önünde bulunan yegane yol “toplu intihar”, yani yokoluştur ki siniklerin böyle bir şeyi önermesi mümkün olmadığından (çünkü kendi alaycılıkları/sinizmleri tam da bu –çarpık da olsa- varoluştan beslenmektedir) mutlak bir alaycılıktır bize sundukları…
Öte yandan, irade meselesini, trajikomik bir elçabukluğuyla ortadan kaldıran eski solcular (CTP yönetimi) vardır ki bunlara değinmeden önce UBP ve DP geleneğindeki irade meselesini ortaya serersek, eski solcuların bu irade meselesiyle nasıl baş ettiklerini daha iyi anlayabiliriz…
UBP geleneği için TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki “mutlak iradesi” hem vardır hem yoktur : vardır, ve bu bir sorun değildir, çünkü zaten işimize gelen bu (işin çıkar ağları kısmı); yoktur, çünkü zaten Kıbrıslı Türkler ile TC yönetiminin iradesi arasında bir ayrım yoktur ki TC Kıbrıslı Türkler üzerinde bir irade uygulasın, sonuçta et ile tırnak gibiyiz, anayız yavruyuz (işin ideolojik sosu)…
DP geleneği ise, UBP geleneğindeki “zaten irademiz kanla/tarihle ortak” bakışını temel olarak kabul etmekle birlikte, bu ortak iradenin uyum içinde varlığını koruması için, bu ortak iradenin parçası olan farklı ‘renkleri’ ve ‘tonları’ korumak gerekir ki aman ha sakın bu ortak irade insanların gözüne bir iradenin diğer iradeyi bastırması gibi görünmesin… Her ne kadar “kendi evimizin efendisi olacağız” gibi sert bir çıkışla ağırlığı “ortak irade”den yana değil de renk ve ton farklılıklarından yana koyar gibi görünse de, bu çıkıştan hemen sonra “elbette Türkiye’nin adanın kuzeyindeki valığı sorgulanamaz” biçiminde gelen “ama” ile “kendi efendimizin uslu beyefendisi olacağız”a dönüşüyor…
Eski solcuların (CTP) elçabukluğu ise daha takdire şayan; her şeyden önce, “ortak irade” meselesi kabul edilmemekte, yani Kıbrıslı Türklerin ve TC yönetiminin iradesinin aynı kaynaktan beslendiği, “özünde aynı olduğu” düşüncesi reddedilmekte (zaten partinin geleneği, tarihi ve tabanı bunu yapmaya onları zorlamakta); ancak takdire şayan bir elçabukluğuyla, “iradelerimiz elbette ayrı, elbette Kıbrıslı Türklerin, TC yönetiminden ayrı bir iradesi vardır ancak mevcut “konjonktürde” bu iki ayrı irade, stratejik/ekonomik/politik koşullar sebebiyle “denk düşmektedir” noktasına gelinmektedir. Nasıl ama; “iradelerimiz ayrı ama biz onları koşulların dayatmasıyla (ki esasında gönüllü olarak) bir araya getirmeye karar verdik”. Bunu diyerek, hem “işbirlikçilik” sıfatından kurtulacaklarını sanıyorlar (çünkü “ayrı olan irademizi biz kendimiz birleştirme kararı aldık), hem de TC yönetimleri tarafından başları okşanacak. Bu duruşun pratik sonucu da, kktc dışişleri bakanının AKP dışişleriyle tam bir “uyum içinde” olması, kktc maliye bakanının AKP’nin ekonomik uygulamarıyla tam bir “fikir birliği” içinde olması ve daha nicesidir…
Bu ana irade kavramsallaştırmalarının yanında, iki tane irade yaklaşımından daha söz etmek lazım; bir tanesi tarihin çöplüğüne doğru iyice karışan, diğeriyse yeni yeni beliren…
Tarihin çöplüğüne doğru karışan irade yaklaşımı, sinik irade başlığı altında da değerlendirilebilecek olan “çalınmış irade”cilerdir. Bunlara göre Kıbrıs adasının iradesi, kriterlerini kendilerini belirlediği bir “Kıbrıslılık” etrafında kümelenmiş insanlar bütününün iradesidir ve acıklı derecede ironiktir ki, bu varsayılan irade tarihin hiçbir döneminde somutlaşmamış, hatta en çok bizzat kendilerinin belirlediği “Kıbrıslılar” tarafından politik olarak yok sayılmıştır. İşin daha da acıklı kısmı ise, Kıbrıslılığın (bir Kıbrıs ulusunun) oluşamamasının nedeninin temeli, Kıbrıs’ın iki farklı burjuvazisinin/yukarı sınıfının (Kıbrıslı Elen/Ortodoks ve Kıbrıslı Türk/Müslüman) tam da ulusal kurtuluş hareketleri döneminde ortak bir ulus projesinden –tarihsel sebepler nedeniyle- kaçınmış olmasına (ve Kıbrıs’ın 50’lerde zirve noktasına varan işçi sınıfının da bu rolü devralacak kapasiteye sahip olmamasına) rağmen, bütün suçu “dış mihraklara” atıp, zaten hiç oluşmamış bu iradenin TC, Britanya, ABD vs. tarafından çalınmış olduğunu iddia etmeleridir…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni beliren ve “imaj” olarak “kurucu” bir niteliğe sahip gibi görünen irade yaklaşımı ise (ki bana kalırsa bu yaklaşım Toparlanıyoruz Hareketi’nde cisimleşmiştir) aslında Kıbrıslı Türk halkının iradesizliği (ve politik olarak bağımsızlığı) önünde engel oluşturan tarihsel ve güncel dinamiklerle hiçbir esaslı hesaplaşmaya girmeden, sadece “bize iradesizliğimizi hatırlatıp bizi rahatsız eden yüzeydeki pislikleri halının altına itme” olarak tabir edebileceğimiz bir biçimde, Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyaseti yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bu irade yaklaşımı, Kıbrıs’ın kuzeyindeki hukuki yapıya zemin oluşturan toplumsal/tarihsel/ekonomik/politik faktörlerle hesaplaşmadan, formel anlamda bir “hukuk/adalet” arayışının peşine düşmekte; yine Kıbrıs’ın kuzeyinin TC’ye karşı ekonomik bağımlılığını ve kendi içindeki –gittikçe keskinleşmeye başlayan- sınıfsal farklılıkları hesaba katmadan meseleyi bir “liyakat”, “torpil karşıtlığı”, “ekonomik adalet” gibi terimlerle “toparlamaya” çalışan bir küçük burjuvazi hareketidir. Karşılık bulmaktadır çünkü Kıbrıslı Türk toplumunun ana gövdesini küçük burjuvazi oluşturmaktadır ancak geleceği de yoktur çünkü bu yapı her geçen gün çözülmekte ve bu yapının altında yatan dinamikler her geçen gün gözümüze daha fazla sokulmaktadır…
***
Peki alternatif nedir ?..
Yazı zaten yeterince uzadı, alternatif de başka bir yazının konusu olsun.
Celal Özkızan
Baraka aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.