İpçiler, Ara Bölgedeki Konferansta Konuştu: “Halkları Kardeş Birleşik Bir Kıbrıs, Göçmenlerle Birlikte Kurulacak”

Bağımsızlık Yolu Dış İlişkiler Sekreteri Cemre İpçiler, 13 Mayıs Cumartesi Lefkoşa ara bölgedeki “Sol ve Kıbrıs Sorunu” konulu konferansta, “Kıbrıs Sorunu, Kıbrıslı Türk Solu ve Türkiyeli Emekçiler” başlıklı bir konuşma yaptı.

Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyinden örgütlerin sırayla konuşma yaptığı konferansta Dış İlişkiler Sekreteri İpçiler, Kıbrıslı Türk solunun göçmenlere yönelik perspektifine değindi.

“Türkiye’den Alınan Göç Sıradan Bir Göç Değildir”

Bağımsızlık Yolu Dış İlişkiler Sekreteri İpçiler, 1974’ten sonra sistematik bir şekilde Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus taşındığına, taşınmaya da devam edildiğine ve bununla, TC egemenleri tarafından Kıbrıslı Türklerin asimilasyonunun  ve siyasi iradesinin gasbının amaçlandığına; bu açıdan Türkiye’den gerçekleşen göçün sıradan bir göç olmaktan çıktığına vurgu yaptı.

Sıradan Bir İşgalci Ülkenin İnsanları ve İşgal Edilen Ülkenin İnsanları Durumu Yok

İpçiler ayrıca, göçmenlerin adanın kuzeyindeki emekçi nüfusun en az yarısını oluşturduğunu, en zor, sömürünün ve riskin en yüksek olduğu işlerde onların çalıştığını, iş cinayetlerine de yine en çok onların kurban gittiğinin altını çizerek,  bu açıdan da sıradan bir “işgalci ülkenin insanları ve işgal edilen ülkenin insanları” durumunun olmadığını belirtti.

“Göçmen Kesimler, Kıbrıslı Türk Solunun Sokak Hareketliliğinde Aktif “

Dış ilişkiler Sekreteri İpçiler, göçmen kesimlerin, Kıbrıslı Türk solunun sokak hareketliliğine aktif bir destek verdiklerini, sendikal tabanın önemli bir kesimini oluşturduklarını, 1 Mayıslarda yürüyen kitlenin en az yarısını teşkil ettiklerini, TC’nin asimilasyon politikalarına direnişte ön saflarda olduklarını ve TC karşısında net bir isyan niteliği kazanan “Reddediyoruz” hareketinde de yüksek derecede görünür bir katkı sunduklarını; emek hareketi için kritik önemdeki “özelde sendikalaşma” ve “göç yasası” konularının ciddi bir göçmen katılımı ile yürütüldüğünü belirterek, göçmen düşmanlığı yolu ile dışarı itilmedikleri her mecrada, göçmenlerin aktif bir şekilde emek hareketine katıldığını ve barış mücadelesini sahiplenip  adamıza tutunduklarını söyledi.

“Halkları Kardeş Birleşik Bir Kıbrıs Göçmenlerle Birlikte Kurulacak”

Konuşmasında Bağımsızlık Yolu bildirgesinden  de bölümler aktaran İpçiler, ne amaçla getirilmiş olurlarsa olsunlar göçmenlerin Kıbrıslı Türk halkının bir parçası olduğunun bilincinde olduklarının altını çizdi ve emekçilerin yerli-göçmen  diye ayrışmadan hakları kardeş birleşik bir Kıbrıs’ı birlikte kurabileceklerini vurguladı.

BY Dış İlişkiler Sekreteri Cemre İpçiler’in konuşmasının tamamı ise şöyle:

Değerli dostlar

Bugün sizlere, örgütüm Bağımsızlık Yolu adına, Kıbrıs Sorunu denince çok bahsedilen bir konuda, az dile getirilen bir perspektiften hitap edeceğim.

Kıbrıs Sorunu deyince, çözüme kavuşturulması gereken sorun başlıklarından biri olarak akla gelen sözde “yerleşikler” meselesine, emek ve sınıf eksenli bakmaya ve bunu Kıbrıs’ta barış ve halkların kardeşleşmesi mücadelesine bağlamaya çalışacağım.

Bilindiği üzere, 1974’ten sonra sistematik bir şekilde Türkiye’den Kıbrıs’a nüfus taşınmış ve taşınmaya da devam etmektedir. Bu nüfus taşıma, TC egemenleri açısından gerek Kıbrıslı Türklerin asimilasyonu, gerekse siyasi iradesinin gaspı amaçlarını gütmektedir. Bu açılardan, Türkiye kökenli insanların Kıbrıs’ın kuzeyindeki varlıkları sıradan bir göç durumundan ayrışmaktadır.

Öte yandan, bu kesimler adanın kuzeyindeki emekçi nüfusun en az yarısını oluşturmakta, en zor, sömürünün ve riskin en yüksek olduğu işlerde onlar çalışmakta, iş cinayetlerinde yine onlar kurban gitmektedir. Bu açıdan bakıldığında ise, sıradan bir işgalci ülkenin insanları ve işgal edilen ülkenin insanları durumumuz olmadığı anlaşılmaktadır.

Öyleyse, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Türkiye kökenli emekçilere ne basit bir göç durumu yaklaşımıyla ne de işgalci ülkenin vatandaşı yaklaşımıyla doğru bir yere varamayız.

Türkiyeli emekçilerin kötü koşullarda çalışıp yaşamaya mahkum edildiği ve bu koşulların özellikle seçim dönemlerinde suistimal edilmeye çalışıldığı bilinen bir gerçek. Ancak bu kesimlerin TC egemenleri ve işbirlikçileri tarafından istenildiği zaman seferber edilebilecek, oy deposundan ibaret kitleler olduğu ezberi özellikle son zamanlarda sarsılmıştır.

Birçoğunuzun bileceği gibi, Nisan ayındaki Türkiye Anayasa referandumunda Kıbrıs’ta da oy verme işlemi gerçekleşmiş, öncesinde irademiz çiğnenircesine tüm kamusal alanlarımız “Evet” kampanyasına adanmıştır. Yerli işbirlikçilerin “Evet” mitinglerine katılmak ve kamu okullarını başka bir devletin kullanımına vererek buralara sandık kurulmasına izin vermek gibi katılımı arttırarak “Evet” çıkması yönündeki tüm çabalarına rağmen, katılım tüm Avrupa ülkelerinden, ki hiçbiri işgal altında değil ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki yöntemler buralarda uygulanamadı, çok daha düşük kalmıştır. Referandum sonuçları gösteriyor ki, Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye kökenli insanlar, Türkiye gündeminin bu kritik meselesiyle ilgili bile %41 oranında ilgileniyorlar. Ki daha az kritik olan 2016 milletvekili seçimlerinde bu katılım %34’te kalmış ve Kıbrıs’taki TC elçisi gelecekte katılım oranlarını arttırmak için daha çok çalışacağı yönünde özeleştirel bir açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Önceki seçimlerde ve Nisan ayında tekrarlanan düşük katılımın, Türkiye kökenli insanların Kıbrıs’ta bulunma misyonlarının Türkiye gündemlerini Kıbrıs’a taşımak, TC devletinin Kıbrıs’taki “uzantıları” olarak Türkiye politikalarını bize empoze etmek olduğu yönünde yaratılmaya çalışan algının temelsiz olduğunu gösterdiğini düşünüyoruz.

 

Bunun yanında göçmen kesimler, son yıllarda Kıbrıslı Türk solunun sokak hareketliliğine aktif bir destek vermekte, sendikal tabanın önemli bir kesimini oluşturmakta, 1 Mayıslarda yürüyen kitlenin en az yarısını teşkil etmektedirler. Özellikle Kıbrıslı Türk kültürünü özümsemiş ikinci kuşak göçmenler TC’nin asimilasyon politikalarına direnişte ön saflardadır ve TC karşısında net bir isyan niteliği kazanan “Reddediyoruz” hareketinde de yüksek derecede görünür bir katkı sunmuşturlar. Emek hareketi için kritik önemdeki “özelde sendikalaşma” ve “göç yasası” konularında her eylem ciddi bir göçmen katılımı ile yürütülmektedir. Kısacası göçmen düşmanlığı yolu ile dışarı itilmedikleri her mecrada, göçmenler aktif bir şekilde emek hareketine katılmakta, barış mücadelesini sahiplenmekte ve adamıza tutunmaktadırlar. Üstelik bu durum, sınıfsal bir perspektifle göçmenleri sahiplenen bir önderliğin yokluğunda, aksine çoğu zaman dışlayıcı bir tutuma rağmen bu şekildedir…

Yani, güvencesizlikten, gittikçe eriyen asgari ücretten, neoliberal politikalarla eğitim, sağlık, ulaşım gibi halkın haklarının erozyona uğratılmasından en az Kıbrıslı Türk emekçiler kadar etkilenen göçmen emekçilerle dertlerimiz ve gündemimiz ortaktır, ve mücadelemizin de ortak olması karşısında sınıftan kopuk bölücü önyargılardan başka engel yoktur.

Bu topraklar üzerindeki hiçbir mücadele, emekçilerin yarısının varlığını reddeder biçimde sürdürülemez. Ve sadece iş yerlerindeki ekonomik hak mücadelelerinden bahsetmiyoruz. Bugün federalizmi, olası bir referandumu, müzakereleri ve sözde çözümü en çok yücelten, en çok diline pelesenk eden kesimler, bugün göçmenler konusunda ya sessizdirler, ya da Kıbrıs milliyetçiliği olarak adlandırdığımız ve esasta Avrupa’daki göçmen düşmanlığıyla ciddi benzerlik gösteren bir pratik içerisindedirler. Peki sorarız size, Kıbrıs Sorunu’nun çözümünden ne anlarsınız? Eğer barışsa anladığınız, barış halkların barışı değilse kimin barışıdır? Bir halk, emekçilerinin yarısı dışlanarak halk olur mu? Bugün bu ara bölgeye gelirken, vücudumun yalnızca bir yarısını taşıyıp diğerini kuzeyde bırakmayı seçebilir miydim? Böyle bir seçim gerçekten mümkün mü, yoksa en başından mücadeleyi kaybetmenin bir garantisi mi? Bizce, Kıbrıs’ta verilecek bir barış mücadelesinden göçmenleri dışlamak gerçekliğin kendisi ile çelişmektir.

Ne yapmalı?

TC egemenleri ve yerli işbirlikçileri yıllardır Kıbrıs’ta barış ve birleşme mücadelesini Türkiye’den gelen göçmenlerin geri gönderilmesi olarak göstermek için çabalıyor, ve bunu başarılı oldukları oranda kullanıyor. Bu algıyı, 1974 sonrası adaya gelmiş kesimlerin barış mücadelesinden korkması, uzak durması, ve hatta karşı durarak engellemesi amacıyla yapıyorlar. Fakat gerek Kıbrıslı Türk solu gerekse Kıbrıslı Elen solunun tutum ve söylemleri bu algının başarılı olması konusunda bugüne kadar katkı sağlamıştır. Kıbrıs sorununun çözümünü göçmenler açısından “kim gidecek, kim kalacak, kriterler ne olacak” tartışmasına indirgenmesi, barışı savunduğunu söyleyenlerin en büyük hatası olmuştur. Halbuki geleceğini bu ülkede gören emekçilerle Kıbrıs’taki hiçbir halkın çıkarı çatışmamaktadır. Solun sınıfsal bakışını bu konuda

kaybetmesi, solun sınıfsal bakışını kaybetmesi demektir. Gerçek şudur ki, Türkiyeli-Kıbrıslı çelişkisi yoktur, ezen-ezilen çelişkisi vardır. Ve bu topraklardaki barış mücadelesi dahil tüm mücadeleler de buna göre örülmelidir.

 

Konuyla ilgili Bağımsızlık Yolu’nun kuruluş manifestosu şöyle demektedir:

“(…) 1974 sonrası adaya demografik yapıyı değiştirmek amacıyla Türkiye’den önemli bir göç akımı başlatıldı. (…) Dünyadaki diğer örneklere baktığınızda, bu tarz bir göçün kabul edilebilir bir yanı yoktur. Bu tam anlamıyla bir yeri, askeri gücünü kullanarak işgal etmiş bir devletin, orada kendi konumunu güçlendirmesi amacıyla kurgulamış olduğu bir çeşit siyasi-askeri stratejidir.

Ancak, salt bu duruma bakılarak göçmenlerle ilgili tutumumuzu belirlemek devrimci bir tavır olamaz. Bugün kendisini solda tanımlayan siyasetlerin göçmenlerle ilgili politika geliştirirken düştükleri en önemli yanılgılardan biri de bu konu ile ilgilidir. (…)

Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol anlayışların bir çoğunda fiili durumun yaratılmasına neden olan sistemin sorgulanmasından ziyade, suçu ve sorumluluğu hayatlarını bu adaya gelerek kazanmak zorunda olan göçmenlerin üzerine yıkma eğilimi vardır. Bu bakış açısı, bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde aşırı sağ zihniyetin, yaşanan derin ekonomik krizlerden ve işsizlikten göçmenleri sorumlu tutmasıyla benzeşmektedir. Kapitalizmin yapısal krizinin sorumluluğunu göçmen nüfusa yükleyen zihniyetle, işgal ve asimilasyon politikalarından dolayı göçmen nüfusu suçlayan zihniyet arasında düşünce tarzı açısından parallellik kurmak hiç de zor değildir. Öyle ki, bir yandan dünyada gelişen göçmen düşmanlığına karşı duruş sergilerken, adadaki göçmen nüfusu farklı bir statüye yerleştirip, sırt çevirmek sol anlayışa uymamaktadır.

Bunun yanında, kendisini özgürlükçü olarak tanımlayan sol liberallerde ise göçmenlerle ilgili sessiz kalma eğiliminin olduğu görülmektedir.

Bağımsızlık Yolu, bu ülkede göçmenlerin varlığını reddetmeden, insanların hangi tarihte nasıl geldiklerinden ziyade geleceğini bu topraklarda gören herkesle kurulacak olan karşılıklı ilişkiyi bir politika olarak değil bir gereklilik olarak görür. Kimin göçmen kimin yerli olduğunu tek bir tarafın belirlediği ve buna göre insanları kategorilere ayırdığı anlayışın karşısına, sorunlara karşı ortak mücadele üzerinden doğacak ortak yaşam pratiğini koyar. Mücadelenin bütünü içerisinde de, ortak yaşama ve ortak mücadeleye yönelik kurulacak bu ilişkinin diğer tüm konular kadar önemli olduğu tespitini yapıp, yürünecek olan yola bu anlayışla çıkar.”

Sonuç olarak sözlerimi toparlamam gerekirse… Bağımsızlık Yolu, TC egemenlerinin bugün hala kimlikle girişin serbest olması gibi yöntemlerle sürdürdükleri nüfus taşıma ve Kıbrıslı Türkleri siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan yok etme politikalarına karşı mücadele eder. Bunu yaparken ise, ne amaçla getirilmiş oldukları bir yana, 41 yıldır birlikte yaşadığımız insanların Kıbrıslı Türk halkının bileşeni olduğunun bilincindedir. Bizler, Kıbrıslı Türk solunun bugüne kadar düştüğü yanılgının düzeltilmesi, ezberlerin bozulması, ve emekçilerin yerli-göçmen diye ayrılmadan ortak çıkarları için birlikte mücadele etmesini savunuyoruz. Kıbrıs’taki emekçi halkların ortak çıkarları kapitalizmi yıkıp emeğin iktidarını kurmak, bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs yaratmaktır. Halkları kardeş birleşik bir Kıbrıs mücadelesi, göçmenlerle kurulacak ortak mücadele olmaksızın ne mümkündür, ne de böylesi bir çözüm halkların barışı anlamına gelecektir.