İNSANCA, DAHA İNSANCA – Haydar Dolmacı

Sanatla ruhunu biçimlendirenlerin çok iyi bildikleri, sıklıkla karşılaştıkları hiç yabancısı olmadıkları bir “an” vardır. Hangi sanat dalının olduğu hiç fark etmez bu yolculuk ne kadar uzun sürerse sürsün, mutlaka varlığından dahi haberinizin olmadığı bir şahesere denk gelirsiniz. Sizi çarpar, sersemletir başınızı döndürür. Yeni şeyler keşfetmenin asla sonlanmayacağı öğrenme açlığınızın ise tatmin olmayacağı duygusu sarar benliğinizi.

Bugüne kadar varlığından bihaber olduğum Louis Malle belgeseli “humain, trop humain” de tüm bu duyguların su yüzüne çıkmasına vesile olan bir yapıt. Filmografisinde çok güçlü filmler bulunan yönetmenin kolayca fark edilmeyen Marksist kimliğini ortaya koyduğu belgesel benzersiz bir sanat ürünü. Friedrich Nietzsche’nin aynı isimli kitabıyla değerlendirildiğinde farklı okumalara da alan açan katmanlı bir yapıya sahip.

Bir otomobil fabrikasındaki üretimi görselleştirir belgesel. Dışarıda geçen kısa bir bölüm haricinde kamera tamamıyla fabrika içerisinde gezinir. Bu bölümlerde diyaloğa hiç yer yoktur. Sinemanın her şeyin ötesinde görsel bir sanat dalı olduğunu vurgular güçlü sahneleriyle. Belgeselin ilk anlarından itibaren yönetmenin anlatmak istediğini fark etmek oldukça kolaydır. Bir üretimin nasıl meydana geldiğiyle alakalı National Geographic belgeseli mantığına tezat oluşturan dokusu izleyeni alır dünyasının içine. Kamera genel planlardan ziyade işçilerin yüzlerine odaklanır. Mekanizasyonun gücünün emek olmadan hiçbir şey ifade etmeyeceğini her anında hissettirir. Adeta görüntüler size bağırır: emek en yüce değerdir. İşi ortaya koyan elleri izleriz uzunca bir süre. Çok küçük bir dalgınlıkta makinenin kapacağı elleri.  Ayakları izleriz. Yanlış atılan küçük bir adımın çok büyük acımasız sonuçlar doğuracağı ayakları. Çocuk işçileri izleriz. Sağlığı hiçe sayılan varlığı önemsenmeyen hayatları. Belgeselin genel yapısı kapitalist sistemin yok ediciliğini yıkım gücünün boyutlarını her karesinde duyumsatır. Finali ise tüm bu sorunların kaynağını gözler önüne serdikten sonra akılda kalıcı bir anla noktalanır.

Yaşamak da bir yönüyle sanatın insan ruhunda bıraktığı etkilere benzer izler bırakır. “Pek çok şeyi gördüğünü” düşünen birinin bile yine daha önce bilmediği, farkında olmadığı yeni olgularla karşılaşması oldukça olasıdır.  Değişimden yana olmayan, boğucu, sıkıcı ve çıkışsızlıktan başka sonuçlar üretmeyen mevcut sistemin unsurlarına karşı; aydınlanmaya, özgürlüğe, eşitliğe yönelik bambaşka bir bakış açısı sunan Bağımsızlık Yolu’nun çok iyi bir filmi izlemiş çok iyi bir kitabı okumuş olmanın verdiği hazla eşdeğer duygular uyandırması da yaşamanın kazançlarından olsa gerek. İnsanca yaşamaya, emeğe, paylaşmaya dair ne varsa günden güne bilinçli bir şekilde yok edilen günümüz koşullarında bu ve benzeri değerleri sokakta direnç göstererek kıymetli emekleriyle savunan, kişisel çıkarlar taşımayan böyle bir topluluğun, bir siyasi partinin çölde vaha hissiyatı oluşturması da kaçınılmaz oluyor doğal olarak.

Değişimin kaçınılmazlığı ortadayken bu değişimin meyvelerini toplamanın temel koşulu da örgütlenmekten geçer. Yıllardır süregiden sıradanlığın kırılmasına, yapı bozumuna uğratılmasına ancak mevcut sistemden rahatsız olan her bireyin küçük ya da büyük katkısıyla ulaşılabilir. Bu şekilde düşünen her birey benzersizdir ve özeldir. Bağımsızlık Yolu’na dahil olduğunuzda kolayca farkına varılacak unsurlardan biridir bu. Kaybolduğunu düşündüğünüz değerlerin yitip gitmediğini aslında bir yerlerde korunmuş olduğunu görürsünüz. Jose Saramago’nun Körlük romanında geçen “Örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir” sözü de fazlasıyla örtüşür bu durumla. Çünkü bazı şeyler sıra dışı ve farklı olduğunda değişime uğrayan bakış açınız size değişimin bu sefer mümkün olduğunu fısıldar. Bunun kaynağı da tabi ki ÖRGÜTLENMEK.

Bob Dylan’ın şahane şarkısı ”blowing in the wind” değişime katkı koymak için daha ne kadar çok olay olması gerektiğini sorar başlangıcından itibaren. Ardından cevabı kendi verir: yanıt esen rüzgarda dostum, yanıt esen rüzgarda. Bizim için Bağımsızlık Yolu rüzgarı bu. Rüzgarı hissedip kendini değişime bırakmak da mümkün bir köşede kabuğuna çekilmek de. Hangisinin daha anlamlı olacağı ise malum. Bağımsızlık Yolu’nun mücadelesine ilişkin çıkış noktası ise Malle’in olağanüstü belgeselinin içeriğinde yeşerttiği tohumla bir: İnsanca çok daha insanca.

Haydar Dolmacı

Bağımsızlık Yolu Üyesi