İnşaat Sektöründe Neler Oluyor?
Bilindiği üzere barınma, en temel insan haklarının başında geliyor. Bu sebeple de konut üretimi gerek artan nüfusun barınma ihtiyacının karşılanması anlamında, gerekse de mevcut olan konutların günümüz şartları ve ihtiyaçları uyarınca yeniden inşa veya restore edilmesi anlamında toplumlar için çok büyük öneme sahip.
Daha genel anlamda inşaat alanına baktığımızda, yine, başta altyapı yatırımları olmak üzere toplumun ihtiyaç duyduğu türden kamusal yatırımların (okul ve hastane gibi) üretimi anlamında inşaat toplumlar için çok önemli bir alan. Toplumun ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal hizmetlerin geliştirilmesi ve altyapının sağlamlaştırılması gibi fonksiyonlarının yanında, inşaat alanı emek yoğun bir sektör olması nedeniyle pek çok kişiye istihdam sağlayabilecek kapasiteye de sahip.
Peki birçok anlamda bu denli önemli, yaşamsal ve toplumsal bir alan özel sektöre, sermayadarlara bırakılırsa, yani inşaat alanı inşaat sermayesinin insafına terk edilirse, ne gibi sonuçlar ortaya çıkar?
Kıbrıs’ın kuzeyinde inşaat sermayesinin 2006 yılıyla başlayan büyük sıçraması, aynı hızda olmasa da büyümesini bugünlere kadar sürdürmeye devam etti. İnşaat sermayesinin büyümesinin bedeli çok sayıda inşaat işçisinin iş cinayetlerine kurban gitmesi veya yaralanması, güvencesiz koşullarda ve uzun mesai saatlerinde yağmur çamur, yaz-kış, gece-gündüz demeden çalışması ve bunu da emeğinin hakkını düzgün bir biçimde alamadan yapması oldu.
İnşaat sermayesinin büyümesinin bir başka bedeli, en başta Girne kentimizde görülmek üzere yaşanan çarpık yapılaşma ve ekolojik yıkım oldu. En son 4 gencimizi kurban verdiğimiz ve kentlerimizin ve kasabalarımızın mahvoluşuna tanıklık ettiğimiz su baskını felaketi, inşaat sektörünün inşaat sermayesine terk edilmesinin ve bununla bağlantılı olarak kent planlamasından ve su baskınlarına karşı mücadeleden vazgeçilmesinin bedelinin bir başka boyutu.
İnşaat sermayesinin büyümesinin bir başka bedeli ise, ülkemizdeki inşaat sektörünün ithâl girdisi yoğun bir sektör olmasından mütevellit ülkenin dış açığının büyümesidir. Dış açığın büyümesi demek, Türk lirasının değer kaybı yaşadığı durumlarda, hepimizin bir süredir deneyimlediği gibi ekonomimizin büyük zarara uğraması, enflasyonun başını alıp gitmesi ve halkın alımgücünün düşmesidir.
İnşaat sermayesinin büyümesinin bedellerinden bir diğeri ise, toplumsal kaynaklarımızın ve vergilerimizin inşaat sermayesine çok kârlı ihalelerle devredilmesi olmuştur. Bilindiği üzere ülkemizde hükümetin ihalesine çıktığı inşaat sayısı bir hayli fazladır, ve hükümet, hepimizin ortak kaynağı olan bütçemizden ciddi miktarları, bu ihalelerdeki yüksek bedelleri ödemek için inşaat sermayesi sahiplerine aktarmaktadır.
İnşaat Sermayesi Lehine Yasal Dönüşüm
Görüldüğü üzere inşaat sermayesi, bir avuç inşaat patronunu zengin etmek ve bu inşaat patronlarının önünü açan sağdan soldan siyasileri makam sahibi yapmak dışında hiçbir işe yaramıyor. İnşaat sermayesinin ve inşaat sermayesi yanlısı siyasilerin ise geriye tek bir savunmaları kalıyor: “Bizim sayemizde insanlar ev sahibi oluyor, biz ev inşa etmezsek yeni nesiller, gençler, nasıl ev sahibi olacaklar”.
Bilindiği üzere konutu olmayan veya kendi olanakları ile konut sahibi olamayan kişilere devletin bu
olanağı sağlaması anayasamızın gereğidir. Anayasamızın 44. maddesine göre devlet, konut sahibi
olmayan veya sağlıklı ve insanca yaşama koşullarına uygun konutu bulunmayan ailelerin
konut gereksinimlerini karşılayacak önlemleri yasa ile düzenlemekle zorunlu tutulmaktadır.
Devlet Planlama Örgütü’nün raporuna göre “Anayasa’nın bir gereği olarak 23/1978 sayılı Sosyal Konut Yasası hazırlanıp yürürlüğe konmuştur. Sosyal Konut Politikası’nı belirleyen bu yasanın, uygulamada zamanla görülen boşluklarının giderilmesi amacıyla 52/1984, 55/1987, 57/2002, 70/2003 ve 71/2005 sayılı Sosyal Konut (Değişiklik) Yasa’ları hazırlanmıştır. Ancak, gelinen noktada sıkıntıları aşmak için yeni 63/2007 sayılı Konut Edindirme Yasası 25 Haziran 2007 tarihinde KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde onaylanarak 7 Temmuz’da yürürlüğe girerken, Sosyal Konut Yasası yürürlükten kaldırılmıştır.”
Görüldüğü üzere, Sosyal Konut Yasası’nın yürürlükten kaldırıldığı tarih, Ferdi Sabit Soyer başbakanlığındaki CTP’nin hükümette olduğu dönemdir. Bu yasanın yerine yapılan yeni yasada ise vatandaşın ev sahibi yapılmasının yolunun “mortgage sistemi ile satış veya uzun süreli icar yöntemi” olduğu belirtilmiştir; yani ancak piyasa aracılığıyla, borçlanarak, bütün bir ömrünü sırf ev sahibi olabilmek için borçlanıp bu borcu ödemeye çalışarak geçirerek. Aynı rapora göre “bu sistemde devletin sadece organizatör olacağı, arsa olarak arazi tahsis edeceğini, projeyi hazırlayacağını, haksahiplerini belirleyeceğini ve araziler üzerinde ilgili finans kuruluşları ile inşaat şirketlerinin faaliyetlerine olanak sağlanacağı belirtilmiştir.”
Konut Sektörünün Piyasaya ve İnşaat Sermayesine Bırakılması Ev Sahipliği Oranlarını Nasıl Etkiledi?
Bilindiği üzere Türkiye, inşaat sektörü denince son 10 yılda dünyada akla gelen ilk ülkelerden. Yukarda saydığımız olumsuz gelişmelerin hepsi, misliyle Türkiye’de de yaşanmış durumda. Gelin görün ki, Türkiye İstatistik Kurumu’nun resmi verilerine göre, Türkiye’de inşaat furyasından önce (2006 yılı) Türkiye’de nüfusun %60.9’u ev/konut sahibiyken, 2016 yılında bu oran %59.7’ye gerilemiş durumda. Aynı dönemde Türkiye’deki kiracı oranlarında da %1’e yakın bir artış gerçekleşti. Görüldüğü üzere, inşaat sermayesi, yarattığı bütün o toplumsal ve ekolojik yıkıma rağmen insanları konut sahibi yapamıyor, aksine, konut sahipliği oranı düşüyor ve daha fazla kişi, gelirinin bir kısmını, kira ödemesine ayırmak zorunda kalıyor.
Kıbrıs’ın kuzeyine bakacak olursak, 2006 Nüfus ve Konut Sayımı verilerine göre Kıbrıs’ın kuzeyinde konut sahipliği oranı %70.8’di (Aslında gerçek oran %61.20. Ancak bu Sayım’a göre o dönem ülkede 7001 adet konutta “ev sahibi olmayan ama kira da ödemeyen” kişiler oturuyordu. Bu kişilerin büyük bir çoğunluğunun, örneğin resmi olarak ailesinin üzerine tapulu olan bir evde yaşayan gençlerden veya resmi olarak tapuya sahip olmasa da fiilen o evin sahibi olan kişilerden oluştuğunu iyimser bir biçimde varsayıp, bu sayıyı konut sahipliği oranına dahil ettik). 2011 Nüfus ve Konut Sayımı verilerinin erişebildiğimiz kısmında ne yazık ki 2011’de, yani inşaat patlamasının üzerinden 5 yıl geçtikten sonra ev sahipliğinin ne oranda değiştiğini görebilmemiz mümkün değil. Ancak biliyoruz ki, genç kuşakların çok büyük bir çoğunluğu ev sahibi olamayacak kadar düşük gelirlerle yaşıyor, ev fiyatları çok pahalı ve ev kresidi faizleri çok yüksek. Yani, ailesinden kendisine ev kalmayan bir gencin çok yüksek ihtimal kirada oturduğunu (ya da ailesinin yanında yaşadığını) ve konut sahibi oranının ülkemizde gittikçe düşmekte olduğunu varsayabiliriz.
Etrafta O Kadar Konut İnşaatı Var, O Halde Bunca Evi Kimler Satın Alıyor?
kktc Devlet Planlama Örgütü’nün 3 ay önce yayınladığı “2016 Yılı Makroekonomik ve Sektörel Gelişmeler” adlı raporda, inşaat sektörünün yakaladığı ivmenin “2. konut sayılarında ve yabancılara yönelik konut satışlarında önemli artışlar meydana” getirdiği dile getirilmekte. Yani konut satışlarının bir kısmı yabancılara ya da ikinci evini satın alacak kadar geliri olanlara yönelik gerçekleşiyor.
Bilindiği üzere, 2012 yılında İrsen Küçük başbakanlığındaki UBP hükümeti döneminde Bakanlar Kurulu’nun Fasıl 109’da yaptığı değişiklik sonucu kktc’de taşınmaz almak isteyen TC vatandaşlarını şahsi araştırmadan muaf tutmuş, ve bu değişikliğe kadar 12-18 ayı bulan TC vatandaşlarına ev satışı süreci, 2-3 aya kadar inmişti. Dahası, mevcut dörtlü koalisyon hükümeti benzeri yönde bir adımı daha da ileriye taşımış ve krizin ortasındayken “yabancılara mal satışı izni” getirmişti.
Bu açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde konut inşaatı artmasına rağmen ev sahipliği oranının düşmesinin iki sebebi var: Birincisi, konut satışları büyük oranda yabancı (Türkiye’den veya üçüncü ülkelerden) zenginlere ve yatırımcılara yapılıyor; kktc’de düzenli ikâmet edenlere/yaşayanlara değil. İkincisi ise, kktc’de düzenli yaşayanlar açısından bakıldığında konut satışları, üst gelir gruplarına (yani zenginlere) yönelik olarak yapılıyor. Yani sadece küçük bir kesim fazla fazla ev sahibi olabilirken, toplumun büyük bir çoğunluğu bu şansa ya sahip olamıyor ya da ancak büyük bir borç yükünün altına girerek ev sahibi olabiliyor.
Benzer durum Türkiye için de geçerli. Türkiye’de konut inşaatları çok ciddi şekilde artmasına rağmen, ev sahipliği oranının düştüğünü söylemiştik. TÜİK’in verilerine göre alt gelir grubunun ev sahiplik oranı 2006 yılından 2016 yılına hızla geriledi. Bundan 10 yıl önce yüzde 59,3 olan alt gelir grubu konut sahiplik oranı 2016 yılında yüzde 52,9’a geriledi. Aynı dönemde alt gelir grubunun kiracılık oranı yüzde 25’ten yüzde 29,4’e yükselmiş oldu. Dahası, Türkiye’de, örneğin geçtiğimiz Eylül ayında, yabancılara konut satışı %151.1 gibi korkunç bir oranla arttı!
Peki İnşaat Sermayesi Ne İşe Yarıyor?
İnşaat sermayesi, gerek Türkiye’de gerek kktc’de, yarattığı onca ekolojik ve toplumsal yıkıma rağmen insanları ev sahibi bile yapamıyor; aksine, konut ihtiyacını piyasalaştırıp, yerli zenginleri ve yabancı “yatırımcıları” sürecin merkezine yerleştiriyor. Bir ihtiyaçtan dolayı değil de “yatırım” mantığıyla konut piyasasına giren bu kesimler ise, piyasada spekülasyon temelli fiyatlamaları tetikliyor ve böylece konut fiyatları çok yükseliyor. Sonuç olarak, barınma hakkı ve meselesi olması gereken konut, bir ihtiyaç ve hak meselesi olmaktan çıkıp inşaat patronlarının zenginleştiği, zengin tabakanın lüks tüketim fantezilerini giderdiği ve tuzu kuru yabancı yatırımcıların spekülatif alımlar ve satışlarla paradan para kazanmaya çalıştığı bir alana dönüşüyor. O halde inşaat sermayesi zarardan ve ziyandan başka ne işe yaramaktadır? Hem toplumsal ve ekolojik yıkım yaratılmakta, hem kaynaklar çarçur edilmekte, hem ülkenin dış açığı büyümekte hem de tüm bunlara rağmen konut sahipliği oranları düşmekte!
Aslına bakılacak olursa inşaat sermayesinin fayda getirdiği iki kesim var: Bunlardan birincisi ülkedeki büyük tüccarlar, ve ikincisi de on yıllardır başımıza çöreklenmiş sağdan soldan siyasetçiler. Büyük tüccarlar, konut üretimi arttıkça, yurtdışından yapı malzemeleri başta olmak üzere inşaat ile ilişkili pek çok malı ithâl ediyor ve satışlarını arttırıyor. Siyasiler ise, halktan bir destek görememelerine rağmen sermaye çevrelerinin desteğiyle siyaseti tek ellerine alıp, halkın öfkesine rağmen dönüşümlü olarak o koltuklara her defasında geçmeyi becerebiliyorlar. Bugüne kadar hükümete gelmiş ve bugün de hükümette olan siyasi partiler, halkın ev sahibi olması için değil, konut sektörünün piyasalaşması, inşaat patronlarının zenginleşmesi ve yerli/yabancı zengin yatırımcıların piyasada at koşturup fiyatları yükseltmesi için uğraşıyorlar sadece.
Peki Halk Bu Konuda Ne Yapabilir?
Kendini “emek en yüce değerdir” diye pazarlayan CTP, vatandaşın sosyal konut hakkını ortadan kaldırıp konutlaşmayı piyasaya ve haliyle inşaat sermayesinin ve zenginlerin eline teslim eden yasalar yapıyor; “temiz ve şeffaf” Halkın Partisi ev sahibi olamayan ve zaten kısıtlı olan gelirinin ciddi bir kısmını kiraya harcayan gençleri sosyal konut projeleri ile ev sahibi yapmaya çalışmak yerine inşaat sermayesinin satışlarını korumak için zengin yabancılara satış izni veriyor; “sosyal demokrat” geçinen TDP’nin çalışma bakanının gözleri önünde inşaatlarda işçiler ölüyor, yaralanıyor ya da canı pahasına güvenlik önlemi alınmayan inşaatlarda ekmek parası kazanmaya çalışıyor. Tüm bu kirli düzenin kurucusu olan UBP ise, yüzü kızarmadan bugünkü hükümetin uygulamalarını eleştiriyor.
Konut, inşaat sermayesine bırakılamayacak kadar hayati bir ihtiyaçtır. Konut alanı özel sektörün ve sermayenin elinden derhal çekilip alınmalı, tamamen kamulaştırılmalı ve hiçbir kâr hedefi gütmeden, sadece Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan tüm insanları konut sahibi yapmak için bir program hazırlanıp bu program doğrultusunda harekete geçilmelidir.
Elbette bu, el attıkları her devlet kurumunu ya yolsuzluklarıyla batıran, ya oy amaçlı istihdam çiftliğine çeviren ya da sermayeye peşkeş çeken siyasi partiler tarafından beklenemez. Bunu sadece ve sadece emekçiler için ve halkların başta barınma olmak üzere tüm temel hakları için mücadele edecek olan bir parti hep birlikte halk olarak inşa edilerek başarılabilir.