“Kendi bahçesinde dal olamayanın biri
Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor”
Özdemir Asaf
Küçücük bir ada olan Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de stratejik önemde bir yer kapladığı herkesçe malum…
Bu stratejik konumundan dolayı tarihin hemen her döneminde kendi dışındaki bölgesel güçlerin etki alanı içerisinde bulunmuş bir adacıkta yaşıyoruz. Günümüzün Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika politikalarını şekillendiren güçlerin kayıtsız kalamayacağı kadar önemli bir coğrafi durumumuz var kısacası.
Üstelik bu adacıkta yaşayan halklar olarak coğrafi ve siyasal olarak bölünmüş, düşmanlaştırılmış ve bağımlılaştırılmış bir haldeyiz.
Hoş, bu engelleri aşıp birleşmiş dahi olsak; nüfusumuz, askeri imkan ve kapasitemiz, ekonomik gücümüz ve yeraltı-yerüstü kaynaklarımız böylesi bir bağımlılık zincirini tek başımıza kırmaya müsait değil…
Kıbrıs halkları olarak bağımsızlık mücadelemizde, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere halklarından dayanışma almak zorundayız. Bu koşullarda, Ortadoğu’daki mücadelelerle yakından ilgilenmemek, bizim geleceğimizin de bu mücadelelerle bağlantılı bir seyir izleyeceğini kabul etmemek mümkün mü?
Kısacası Kıbrıs’ın geçmişi ve bugünü kadar; geleceğinin de içinde bulunduğu uluslararası bağlamın bir parçası olacağı gayet net görünüyor…
***
Bu o kadar net ve açık bir olgu ki, Kıbrıs tarihinde bu olguyu inkar eden sağ veya sol hiçbir siyasal pozisyon ortaya çıkmış değil daha…
Kendi kişisel iradesine tapma noktasında değer veren narsist bir kişilik olarak Grivas dahi, Yunanistan’ın Enosis davasını desteklememesi durumunda başarısızlığın kaçınılmaz olduğunu kabul ediyordu…
ABD’ye, Yunanistan’a kafa tutacak kadar kendi siyasal ihtiraslarının takipçisi olan Makarios, Bağlantısızlar Hareketi ve dolaylı olarak SSCB’nin desteğini stratejisinin kopmaz bir parçası olarak kurguluyordu.
Türk ulusçuluğunun Kıbrıs’taki en yetkin temsilcisi Denktaş, Türkiye hükümetleri ile ters düştüğü en kritik anlarda dahi kendine Türkiye toplumu içinden destek aramaktan asla vazgeçmedi.
Kıbrıs Komünist Partisi, henüz Stalinist zincirlere bağlanıp tüm inisiyatifini SSCB’ye devretmediği zamanlarda, yani kendi bağımsız dinamikleri ile mücadele yürüttüğü dönemlerde dahi Yunanistan Komünist Partisi ile sürekli istişare içerisindeydi.
Kısacası, Kıbrıs tarihindeki olumlanacak veya olumsuzlanacak bütün özneler, adanın geleceğinin şekillendirilmesinde uluslararası bağlamın önemini farketmişlerdir. Aynı zamanda da siyasal konumlanışlarına göre; ada dışından bir desteğin, dayanışmanın, işbirliğinin veya haminin arayışı içinde olmuşlardır.
***
Kıbrıslı Türk solcuların, devrimcilerin, sosyalistlerin, ilericilerin de; Kıbrıs’ın bir barış, kardeşlik, özgürlük ve eşitlik adası olması mücadelelerinde kendilerine uluslararası dayanışma aramalarından daha doğal ne olabilir?
Aslında dünyanın her ülkesi için anlamlı olan dış dinamikler ve uluslararası enternasyonal dayanışma konusunun; sözü edilen Kıbrıs olduğu zaman çok daha hayati, çok daha vazgeçilmez bir bağlama oturduğunu inkar etmek mümkün mü?
Peki ama, adına Kıbrıs sorunu dediğimiz ve Kıbrıs’ta yaşayan halklar için; söz, yetki, karar, iktidar sorunu; kendi kaderini tayin sorunu; kendi kararlarını alma sorunu; kendi hatasını yapma kendi doğrusunu bulma hakkı sorunu; kısacası onurlu insanlar olarak yaşayabilme hakkı sorunu olan sorunu kim çözecek?
İç dinamikler mi, dış dinamikler mi?
***
Kıbrıslı Türk solu içerisinde uzun yıllardır iç dinamiklerin herhangi bir kritik önemi olmadığı görüşü kabul görmekte… İç dinamikler; yani Kıbrıs’ın emekçileri, işçileri, gençleri, kadınları; devrimde, bağımsızlıkta, sosyalizmde çıkarı olan kesimleri; yani Kıbrıs halkları hesaba katılmamakta…
Kıbrıslı Türk solu, Kıbrıs halklarını yani Kıbrıs’ın iç dinamiklerini hesaba kattığında ise dış dinamiklerin destekçisi, yedek gücü olarak hesaba katmakta…
Bu bakış açısına göre Kıbrıs sorununu çözecek olan esas güç dış dinamiklerken, iç dinamiklere düşen görev esas özneleri ürkütmemek, teşvik etmek, cesaretlendirmek, kendini onlara acındırmak veya “yasal” bazı gerekçelerle talepte bulunmak olarak tanımlanmakta…
Çözüm sola bulaşan liberalizmin derecesine göre farklı, ancak her zaman dışardan bir yerden umuluyor…
Bu kimi zaman TC, kimi zaman BM, kimi zaman AB, kimi zaman AHİM, kimi zaman varlığı kendinden menkul bir enternasyonal, kimi zaman bir müzik grubu dahi olabiliyor…
Sömürge ülke solcusu, kendine ve halkına güvenmiyor, inanmıyor… Kendini küçük görüyor…
Kendi mücadelesinin öznesi olup, uluslararası dayanışma ve enternasyonal bir perspektif arayacağına; başkalarının kendi adına verdiği mücadeleyi alkışlayan seyirci olmayı tasarlıyor…
***
Evet bu ülkede, en azından bu ülkenin kuzeyinde sistemli politikalarla ekonomik, siyasi, manevi, ideolojik tahribat yaratılmıştır. Bu ülkenin iç dinamikleri, dinamitlenmiştir…
Ancak bir ülkenin solcularının, devrimcilerinin, sosyalistlerinin görevi; her zaman iç dinamiklere yaslanmaktır. İç dinamiklere yaslanmak, yoksa yaratmak, zayıfsa güçlendirmek ama ve mutlaka iç dinamiklere yaslanmak…
Ezilenlerin kurtuluşunun kendi eserleri olacağını, hiçkimsenin hiçkimseyi kurtaramayacağını, özgürleşmenin her zaman bir kendi kendini özgürleştirme pratiği olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak…
***
Soyut bir enternasyonalizm adına, her ülkeye uyması beklenen bir şablonla, kutsal kitaptan vaaz veren rahipler gibi konuşmak; hiçbir zaman devrimcilerin işi olmadı…
Ernest Mandel “Marksizm, içinde yaşadığın halka attırabileceğin ileri adımı attırabilme bilimidir” derken bunu kastediyordu. Avusturalya Aborjinlerine de, ABD işçi sınıfına da aynı sosyalizmi vaaz eden rahipler zümresinin Marksistliği kendinden menkul, enternasyonalistliği de bir hezeyandan ibarettir.
Devrimciler her zaman içinden çıktıkları halk denizinde yüzen balıklar oldular… Ne zaman ki halktan koptular, o zaman boğuldular… Ve sosyalistler her zaman dünya denen ormanda kardeşçe yaşayan ağaçlardan biri olmak arzusuyla yanıp tutuştular…
Ne derya içinde olup da deryayı bilmeyen bir balık, ne balıkları olmayan bir derya…
Ne ağaçlara bakıp ormanı görmeyen bir alık, ne ormana bakmaktan ağaçları unutan bir Leyla…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti