Yastığa başını koyduğu zaman hayal kuramıyor; ne aşktan, ne mutluluktan ne de dinginlikten bahsedebiliyor kendi kendine… Gelecek düşü ise hiç tıklamıyor kapıyı… Yorgunluğun ve iş yükünün ağırlığından sıyrılabilirse, kafası yastıktayken bile olsa –ki düş tüm zamana yayılmalı aslında- hayal edebiliyor az çok aşkı, mutluluğu ve dinginlik özlemini… Ama gelecek düşüncesi gelip dayandı mı kapıya bir bulut gibi parçalanıp dağılıyor düşler de… Hayatının tüketici şiddetinden kaçmanın bir yolu olurken düş, hayatının korkutucu tarafıyla, gelecek ile nasıl baş edeceğini bilemiyor.
Bir medya kuruluşunda çalışıyor, maaşı asgari ücret kadar, ayrı dert; yatırımlar ha yattıydı ha yatacaktı ayrı dert… Üstüne üstlük günde 10 saat çalışma… Bir kaç caf caflı kavram da cabacı, ‘esnek çalışma’ gibi mesela… Şimdi de gelecekte güvencesiz…
Artık tutmuyor onu gelecek kaygısı. Çünkü farkında öyle bir kaygıyla baş edilemeyeceğinin… Tüm düşünceleri hep aynı huzursuzluğa çıkıyor çünkü…
Yaşamlarımız huzursuz…
***
İngiltere’de iken ‘ya sonra ne olacak’ diyordu. Ya sonraları, yeni ‘ya sonralar’ takip etti… Memleketten veya askerden çok, süregiden bir kendinden de kaçıştı onun için İngiltere… Ve bu kaçış içinde kuruyordu kimliğini, benliğini, kaygılarını, mutluluğunu ve mutsuzluğunu…
Şimdi askerliğini ortaladı. Kaçtığı tek şey gelecek düşüncesi… Kaçamadığı tek şey ise geleceğin sürekli bir geliş halinde olduğu… Uzatılmış ve genişletilmiş bir eşik aslında durduğu yer… Sanki hiç geçilmeyecekmiş, arkada bırakılmayacakmış gibi… Salınıp duruyor şimdi ile gelecek arasında, sıkışıp eziliyor varlık ile hiçlik kıskacında… ‘Duygularımızı ezdik, hislerimiz yok oldu’ diyor… ‘Heyecanlanamıyorum’ diyor… Mekan ve zaman arasında yabancılaşıyoruz, başta kendimize, şimdiye ve geleceğe… Tutunacak bir dal olmalı ya, o da olmuyor, bazen tutunamıyoruz da… Ne oluyorsak ve olacaksak zaten düşerken oluyoruz.
Düşüşlerimiz pervasız…
***
Büyük bir alışveriş merkezinde bir kasiyer… Günde kaç saat çalışıyor o da tam olarak bilmiyor. Esnek çalışma diyorlar… Ne kadar daha aynı işi yapacak, ne zaman durdurulacak bilmiyor. Bildiği gün işten durdurulduğu gün olacak. Güvencesiz çalışma diyorlar… Düşleri, hayalleri ve arzular para kasasının açılış ve kapanışlarında kayboluyor… Üzerinde sürekli gözetlenmenin gerginliği… Müşterilere gülümsüyor, içinden gelmese bile patronu buyurdu diye gülümsüyor…
Her ay evin harcamaları biraz daha kısılıyor… Alışveriş merkezindeki kasa doluyor ama evin kasası hiç dolmuyor… Zamanla anlıyor bazı kasalar doldukça bazı kasalar çoğalarak boş kalacağını…
Uykularında rüya görmüyor, gün boyu yaşadığı kabusu yeniden yaşıyor. Kasalar açılıp kapanıyor… İşten durduruluyor, yeniden başlıyor… Açılıyor, kapanıyor; duruyor, yeniden başlıyor…
Kabuslarımız gecesiz gündüzsüz…
***
Üç iş değiştirdi… İkisinde sözleşmesi yenilenmedi, diğerinden kendisi dayanamayıp çıktı… Şimdi dördüncüsünü aramakta… Yaşı 30’a yakın… Evlenmek gibi, herkesin yaptığı gibi bir hayat kurma gayesi olmadığı için kendisini şanslı sayıyor… Kim bilir belki de avutuyor…
Hayatı bildik anlamda hayatı kuramamaların toplamı… Haliyle bu ilişkilerine de yansıyor… İçinde sesler büyütüyor dışarıyla temassız… Dışarıda ilişkiler büyütüyor içindeki sesle temassız…
Yine de tüm bu kurulamamazlığın içinde ayrı bir yaşam ve pratik kuruluyor ama, belki farkında belki değil…
Ne bir denge arayışı var ne de bir sabitlik… ‘Zemin kaygan’ diyor bir o kadar da kırılgan… Arada sırada kafayı çekiyor, sokaklarda bisiklet sürüyor… Sürerkene mırıldıyor ‘aşklar kaygan, bir o kadar da kırılgan…’
Düşüyor, bisikletten değil ama bisikletteyken kurduğu düşe, ağzından çıkan kelimeye, gökyüzünde parıldayan yıldıza düşüyor…
Düşü aşk oluyor, kelimesi toprak, yıldızı özgürlük…
Arzularımız kifayetsiz…
***
Ama her an patlayabilir işte..
Aşkı düşten kurtarıp toprağa…
Toprağı kelimeden çekip özgürlüğe…
Özgürlüğü yıldızlardan koparıp toprağa serpiştirmek için…
İçimizde harmanlanan bir şeyler var…
Hasan Yıkıcı
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.