Sabah uyandınız, yatağınızdan kalktınız, temel ihtiyaçlarınızı giderip, giyinip evinizden çıktınız. Günlük yaşamın iş temposuyla ya da ne gibi uğraşlarınız varsa onları yaparak akşamı buldunuz. Gece yatıp uyudunuz ve ertesi gün aynı rutine devam. Birçoğumuza tanıdık gelen daha doğrusu birçoğumuzun yaşadığı bir rutin. 24 saatimizi bu kadar kısa ve sıradan anlatabiliriz ama bu anlatıda önemli bir şeyler eksik kalır. Duygularımız. Günlük hayatımız her ne kadar monoton ve sıradan duyulsa da o gün içerisinde hissettiklerimiz günümüzü ve yaşamımızı değerli kılmaktadır. İş yerinde bizi ek mesaiye tutan patrona öfkeleniriz, yaptığımız bir hatadan dolayı utanırız, uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımızı özleriz, sevdiğimiz insanı görünce mutlu oluruz, izlediğimiz komik bir videoya güleriz, trajik bir duruma üzülürüz. Yaşadıklarımız bizde duygular bırakır ve duygularımız doğrultsunda da bir şeyler yaşarız. Peki duygularımız olmadan, hissetmeden yaşabilir miyiz? Böyle bir insanlık ve dünya mümkün müdür?
2002 yapımı Equilibrium filmi insanların duygularının bastırıldığı yani hissetmedikleri distopik bir dünyayı anlatır. Büyük bir savaş yaşanmıştır ve bu savaştan sağ kurtulanların kurduğu yeni dünya düzeninde insanların duyguları prozium denilen bir ilaçla bastırılmaktadır. Rejimi yönetenler insanların duygularını savaşların sebebi olarak görür ve insanların hissetmemeleri için sadece ilaç üretmekle kalmazlar. İnsanların hissetmelerini sağlayacak herşey yasaklanmıştır. Sanat, aşk, dostluk yasaktır. Bütün sanat eserleri bulunup yakılır. Sanat eserlerini saklayan, ilacını kullanmayan yani hisseden kişiler, rejimin sliahlı güçleri olan gramoton rahipleri tarafından yakalanır ve infaz edilir. Tabi ki bu kadar baskının olduğu yerde direniş de vardır. Rejim karşıtı direnişçiler gizlice örgütlenmekte ve rejimi yıkma planı yapmaktadırlar. Film, düzenin koruyucusu gramoton rahiplerinden Preston’ın ilacını kullanmamaya başlaması ve tekrardan hissetmesi üzerinden ilerlemektedir. Görev bilinci ve duyguları arasında çatışmalar yaşayan Preston, direnişçilerin rejimi yıkmasında önemli bir role sahip olur.
Abartılı aksiyon sahneleri olan filmde yönetmen ve yazar Kurt Wimmer’ın kendi yarattığı gun kata dövüş tekniği de kullanılmıştır. Gramoton rahipleri uzmanlaştıkları bu gun kata dövüş tekniğiyle direnişçileri yakalamaktadırlar.Filmin aksiyon sahneleri etkileyicidir ama filmde hikayeyi direnişçiler ve mücadeleleri üzerinden derinleştirmek yerine tek bir karakterin değişimine odaklanılmış ve aksiyon sahnelerine daha fazla ağırlık verilmiş.Tekrar hissetmeye başlayan Preston’ın yaşadığı duygulanımlar ise gayet iyi bir oyunculukla aktarılmış. Sahip olduğumuz en basit duyguların bile ne kadar değerli olduğunu film net bir şekilde aktarıyor.
Filmde rejimin düzeni sağlama yalanıyla gücü elinde tutmaya çalışması ve bunun için insanları duygusuz varlıklara dönüştürmeleri, günümüz dünyasında kar elde etmekten, daha fazla zenginleşmekten başka derdi olmayan ve bu uğurda emeği sömüren, doğayı talan eden kapitalist düzeni anımsatmaktadır. Her ne kadar duygularımızın olmadığı distopik bir dünyada yaşamıyor olsak da kendi çıkarları uğruna insanlığı hiçe sayan bir sistemin içindeyiz. Filmde bahsedilen baskıcı düzene karşı isyan edenler olduğu gibi elbette bizlerin de yaşadığı bu sömürü düzenine karşı kitapla, şiirle, türküyle, sevgiyle, öfkeyle, umutla direnenler var ve daima var olacaklar.
Sezgin Keser
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti