“sana yüklediğim anlamları
senmişsin gibi sanma sakın
sen o anlamlarla sadece bende varsın
ben seviyorsam
sen bahanesin”
***
“Dava” için onlara lazımdık…
Hem Denktaş’a lazımdık, hem Türkiye’ye…
“Stratejik sömürge” olduğumuzdan, yani kolumuz, beynimiz, alınterimiz ve emeğimiz çok da mühim olmadığından, “bize ne ihtiyaçları vardı ki?” diye sorabilirsiniz…
Gerçekten de biz “fazlalıktık”…
Bu ada, üzerinde yaşayanlardan bağımsız olarak kıymetliydi sömürgeciler ve işgalciler için…
Bir uçak gemisiydik biz, bir askeri üs idik…
Ve uçak gemilerinde ve üslerde yaşamlar ve anılar kurulmaz, eğer asker değilseniz…
Biz, normal şartlarda, “fazlalıktık”…
Ama normal olmayan bazı şartlar ve ahvaller vardı…
Biz, Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin giriş vizesiydik Kıbrıs’a…
Pasaport kontrolde bizleri gösterip öyle izin alıyordu on binlerce kişilik Türkiye askeri, adaya girmek için…
“Onlar için geldik” diyorlardı…
Bu da açıkçası bizim gururumuzu okşamıyor değildi…
Bizim için gelmişlerdi…
Bize yükledikleri anlamlar vardı…
Ve bizler, o anlamları hak ediyorduk…
Bizim için gelmişlerdi…
***
Hani çok şikayet ediliyor ya şimdi “kamu çok şişkin, yata yata para kazanıyor insanlar” diye…
O kamunun karnı ilk nasıl şişti biliyor musunuz ?
“Dava”ya hamileydi bu topraklar, “Taksim” davasına…
Bu dava 1974 ile birlikte zaferini elde etmişti…
Ancak ufak bir sorun vardı…
Kimsenin tanımadığı, dünyada eşit bir yeri olmayan, akla mantığa sığmayacak bir rejim ortaya çıkmıştı…
Kimisi “açık hava hapishanesi” diyordu buna, kimisi “mandıra”…
Ve resmi kayıtlarda “kktc” diye geçiyordu…
Göç etmeye başladı insanlar, durmak istemediler bu hapishanede…
İnsanlar giderse, dava da biterdi…
Öyle ya, Kıbrıs’ın kuzeyindeki asker sayısı, yaşayan insan sayısını geçerse, kime anlatacaktınız “dava”yı…
Böylece insanlara suni, gelip geçici, köksüz ve yoz bir refah sunuldu kamu kadroları aracılığıyla…
Yüksek maaşlar, yüksek emeklilik payları, 30’una dahi varmadan emekliye çıkanlar, bal tutan parmağını yalayanlar, armut piş ağzıma düşler…
Hakkaten de, bir dönem, “bize iyi baktılar”…
Hoş, biz dediğim şey artık “biz” değildi, “onların” bir uzantısıydık “biz”…
Onlar zaten “seviyordu”, biz sadece bahaneydik…
Kamu şişti, şişti, şişti…
O çocuk hiç doğmadı…
***
Zaman geçti sonra…
Artık bize pek ihtiyaç duymamaya başladılar…
Artık zaten burdaydılar…
Dünya böyle kabullenmişti…
Baksanıza, kendilerini düşman belleyen pek çok Kıbrıslı Elen siyasi parti bile, bizi atlayıp doğrudan Türkiye’yi muhatap alıyordu…
İşler artık TC Elçiliği ve TC Yardım Heyeti’nde görülüyordu…
Türkiye sermayesi, “varlıklarımıza” konmuştu, köklerini buraya uzatmıştı…
Türkiye mafyası gumarhanesiyle ve gabaresiyle, varlığını kazımıştı bu topraklara…
“Dava” artık bizsiz de sürebiliyordu…
Ve o “biz”in içinde hepimiz vardık…
Bazı akılsızlar Türkiye’den göçen nüfusu “biz”in dışında tutmaya çalışsa da, kaderimiz aynıydı aslında…
Bizi biz yapan şey, bize artık ihtiyaç duyulmamasıydı…
Kendini hala bu yoz düzende “ ziyadesiyle lüzumlu” görenlerinse, artık fazlasıyla buralı olmuş göçmenleri “değersiz, lüzumsuz” ve “bizden olmayan” görmesi, sadece gülüp geçilecek bir şeydi…
***
Artık bize ihtiyaçları yok…
“Biz”e, hepimize…
Artık her işlemlerini, bizi aradan çıkararak hallediyorlar…
Su özelleştirilmesi ise bunun en son örneğiydi…
Burayı zaten onlar yönetiyordu, ama getir götür işleri için işbirlikçilere ihtiyaçları vardı…
Artık ona dahi ihtiyaç duymuyorlar…
Ahtapot kollarıyla sarıp sarmaladılar adanın kuzeyini…
“Biz” ise, “biz” olmaktan çok uzağız…
Biz artık “bahane” bile değiliz…
Ve bütün koşullar uygunken isyan etmeye…
Pek çoğumuz hala “durumu en güzel ben idare ederim” diyenlerin peşindeyiz…
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu