Paris’te yaşanan vahşet eyleminden sonra hepimiz derin bir üzüntü, öfke, çaresizlik duygusuna kapıldık…
Bizden kilometrelerce uzakta bir coğrafyada da yaşansa, masum insanların böylesi vahşi bir şiddet eylemine maruz kalmasını yüreğimizde hissettik…
Ancak belki de, bazen uzaklık “insani duygularımızı” ifade etmek için elverişli bir zemin sunmuyor da değil. Mekan ne kadar uzak olursa, yaşananlara insani özünü görecek şekilde bakmak kolaylaşıyor olabilir…
Mesela, Paris’te yaşananlardan “dehşete” kapılanlarımızdan bazıları burnumuzun dibindeki Silvan konusunda sesini çıkarmamayı, görmemeyi, duymamayı tercih edebildi…
Oysa her iki mekanda da yaşanan fanatik şiddetin acımasız saldırganlığıydı…
***
Faşist ELAM üyelerinin geçtiğimiz gün gerçekleştirdiği saldırganlık eylemleri için de aynısını söylemek mümkün. ELAM’cılar 15 Kasım’ı protesto etmek bahanesiyle sokağa çıktığında, hedefleri masum Kıbrıslı Türkler oldu. Karşılarına çıkan her araca saldırıp, insanlara şiddet uyguladılar.
Bunu yaparken motivasyonlarının herhangi bir IŞID’ciden farkı olduğunu düşünmüyorum. Ancak ELAM’cılara sorsak, muhtemelen onlar da Paris’te yaşananları kınamakta, belki de kendilerinden çok kktc’yi kuranların IŞID’e benzediğini düşünektedir.
Öyle veya böyle, ELAM’ın uyguladığı bağnaz pratik Kıbrıslı Türklerde tepkiyle karşılaştı ve sağcısından solcusuna herkes bu faşist örgütü kınadı…
ELAM’ın yaptığının hiçbir savunulacak tarafı yok, ancak “diğerini” kınamaya dayalı barışçılık pratiği ne kadar samimidir, ne kadar gerçektir peki?
Mesela ELAM’I kınayıp, Ülkü Ocakları’nı “sivil toplum örgütü” olarak tanımlayan yöneticilerimiz; ne kadar içtendir?
***
ELAM’ın sokağa inmesi ile birlikte Arasta’da hareketlenen Ülkü Ocakları mensubu faşistlerin, gövde gösterisi yapmasını da aynı derecede lanetlemedikçe; ELAM’ı tersten onaylamış olmuyor muyuz?
Ülkücülerin yaptığının ELAM’cılara tepki olduğunu söylememizin gerçekten bir anlamı var mı?
Çünkü ELAM’cılar da kendi yaptıklarını 15 Kasım’a bir tepki olarak tanımlıyorlar…
Bizim egemenlerimize göre, 15 Kasım’da kktc’nin ilan edilmesi 1963-1974 dönemi yaşanan Kıbrıslı Elen şövenizmine bir tepkiydi ve Kıbrıslı Elen şövenistlerine göre 1963-1974 dönemi yaşananlar da Kıbrıslı Türklerin 1958’den itibaren emperyalistlerle içli dışlı olmasına tepkiydi…
Bunun sonu yok biliyor musunuz?
TMT 1958 yılındaki pratiğini, Kıbrıslı Elenlerin Enosis talebine dayandırıyor ve Enosis talebi ise kendini Yunan Bağımsızlık Savaşı’ndaki Osmanlı zulmünde ifade ediyor…
Hani “dünya neyin üzerinde duruyor” sorusuna yanıt verilen bir fıkrada dendiği gibi “dibine kadar kaplumbağa”!!!
“Dünya neyin üzerinde duruyor?”
“Kocaman bir kaplumabağanın”
“Peki kamplumbağa neyin üzerinde duruyor?
“Başka bir kaplumbağanın”
“Peki o kaplumbağa neyin üzerinde duruyor?”
“Dibine kadar kaplumbağa…”
***
Olguları sadece kendi etnik, dinsel, ulusal çerçevesinden tanımlayan ve kendi faşistine anlayış gösteren bu sinik tavır; belki de faşist saldırganlıktan bile daha tehlikeli…
Çünkü bu sözde anlayışlı ve “kapsayıcı” pratiği ile, faşist tehlikeyi kapalı kutusundan çıkarıp bütün halka yayan bir meşruiyet sağlıyor…
Hatırlar mısınız bilmem, güneyde bir konferansa katıldığında kendisine saldıran Elam’cılar için; “ELAM kapatılmalıdır” diyen Talat’ın ağzından günlerce uğraşmamıza rağmen “Ülkü Ocakları kapatılmalıdır” sözünü alamamıştık…
ELAM’ı kınayan Sibel Siber, Ülkü Ocakları’ndan çiçek kabul etmiş ve sivil toplum örgütü sıfatı ile anmıştı bu eli kanlı çeteyi…
***
IŞID ve türevlerinin tüm coğrafyalarda bizi mahkum etmeye çalıştığı bu şiddet sarmalının karşısında ise gerçek bir vicdana dayalı geniş halk kitleleri var…
Fransa’da, katliam kurbanlarının anmasına “Müslümanlar dışarı” yazılı pankartlarla katılan faşistleri, miting alanından tekme tokat kovan sıradan insanlar;
Türkiye’de devlet terörü karşısında bile barış iradesinden taviz vermeyen halklar;
ELAM’ı protesto etmek için sokaklara dökülüp barış çağrısı yapan Kıbrıslı Elen gençler;
Ülkü Ocaklarını tereddütsüz “faşist” olarak niteleyip kapatılması kararlılığını ifade eden Kıbrıslı Türk devrimciler…
***
Bugün dünyamız, kendisini kör şiddette ifade eden bir kaplumbağanın üzerinde duruyor…
Ve ne yazık ki kendini “solcu” sayan bazı koltuk düşkünü, etik yoksunu, sahtekar kişiler; bu şiddet sarmalında kendi IŞİD’lerinin tarafını tutmakta sakınca görmüyor…
Başkasının IŞID’ini rahatça kınayan, ama söz konusu kendi IŞID’I olunca kaplumbağanın altındaki kamplumağayı anımsayan bu sahtekarlara kalsa; tüm tarih “dibine kadar kaplumbağa”!!!
Oysa Can Yücel’in şiirinde ifadesini bulan bizim astronomi anlayışımız hiç de öyle demiyor:
“Dünya öküzün boynuzunda dururmuş,
öküz her sallandığında deprem olurmuş.
Dünya halkların omuzlarında durur,
Bir sallansın da, gör…”
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti