Kapitalizm doğası gereği hem güçlü hem de çok zayıf olan bir sistemdir.
Emeği ile geçinmek zorunda olanları mahkum ettiği yoksulluk, işsizlik gibi koşullar gereği, sürekli olarak toplumun çoğunluğunu oluşturan halk kesimlerinin hedefi halindedir.
Zayıf olan tarafı, azınlık olan sermaye kesimlerinin kendilerini sürekli olarak çoğunluğun hedefi haline getirmesidir.
En yıkılmaz göründüğü anda bile bu hedef olma potansiyeli bakidir.
Güçlü olan tarafı ise, çalışan kesimleri rekabet halinde tutarak onu yıkmaya yönelebilecek kitleleri kendi içinde bölme kapasitesidir.
Marx Alman İdeolojisi’nde; “tek tek bireyler ancak başka bir sınıfa karşı ortak mücadele yürüttükleri sürece bir sınıf oluştururlar; yoksa rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar” şeklinde bir ifade kullanır.
Bu düşman olma durumu, bireylerin tercihlerinden öte koşulların getirisidir.
Marx bu cümlelerle, ortak maddi çıkarlara sahip olmanın politik olarak bir sınıf şeklinde davranmak için yeterli olmadığını, emekçilerin ortak maddi çıkarları için biraraya gelip diğer sınıfa karşı mücadele etmedikçe bir sınıf tavrı gösteremeyeceğine dikkat çeker.
İçinde bulunduğumuz neo-liberal dönem, bahsettiğimiz emekçi kesimlerin beraber hareket etme potansiyelinin engellenmesine yönelik politikaların tavan yaptığı bir dönemdir.
Toplu sözleşmenin olmadığı koşullarda iş güvencesinin büyük oranda ortadan kaldırıldığı, taşeron çalıştırma biçimiyle; aynı iş yerinde çalışanların farklı farklı firmalara bağlı olarak bölündüğü, performans sistemiyle; beraber çalışan emekçilerin sürekli bir rekabet haline sokularak birbirine düşmanlaştırıldığı bir dönem bu.
Yani kapitalizmin emek karşısında güçlü olduğu tarafı için türlü türlü yöntemlerin geliştirildiği, çalışanları örgütsüzleştiren, örgütsüz çalışanları ise her türlü haktan yoksunlaştıran bir dönem.
Fakat yaşattığı tüm bu mağduriyetlere rağmen sistem yarattığı rekabet ve yarış mantığı ile çalışanların birbirinin kuyusunu kazmaya çalıştığı bir iş ortamı da yaratıyor.
İşsizler, çalışanlar sürekli kendi aralarında bir rekabet halinde ve birbirlerine düşman haldeler.
Çünkü başkasının yaptığı bir iş diğerini işsiz, bir başkasının yüksek olan performansı ise diğerininkini düşük bıraktığı bir sistem var.
Bu düşmanlaştırıcı rekabet ortamınınin herkese yetecek kadar bir kurtuluş yaratmadığı ortadadır.
Piyasaya büyük hayaller ile atılıp bir dönem sonrası piyasanın çöplüğüne atılan binlerce insan bunu açıkça gösteriyor.
Önemli olan egemen sistemin yarattığı koşulların, hayatin değişmez bir yasası değil sermayenin ürünü olduğunu kitlelere gösterebilmektir.
Bunu da ancak sistemi hedef alan bir politik örgütlenme başarabilir.
Çalışanların birliğini hedefleyen, emek mücadelesinin tüm alanlarında varlık gösterebilen ve kimlik mücadelelerini bütünlüklü bir şekilde kavrayabilen bir politik örgütlenme.
Ya emekçiler arasındaki düşmanlığı bitirecek bir ortak mücadele yaratacağız ya da insanların birbirinin kurdu olduğu bir düzene mahkum olmaya devam edecegiz.
Önümüzde duran ikilem budur.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu