“Peki dedim, ya Türkiye? / Dedi normal / Peki AB-ABD diye sordum / Dedi çok normal / Peki dedim ya DGM? / Dedi ki normal / Ya OHAL, o kadar yıl? / Bilmem normal / Ya Zap, GAP, Hasankeyf? / Hepsi normal…
Biri anlatsın hemen, nedir bu normal? Canım sıkılıyor artık yoksa ben miyim anormal?”
Bulutsuzluk Özlemi’nin bilinen parçasının sözleri bunlar…
Aslında “normal”, gayet sıkıntılı bir kelime…
Çok sık rastlanan herhangi bir şey, normal kabul edilebilir.
“Normal”in dışındakilere de duruma göre; “anormal”, “istisna” veya “marjinal” der “normal”in savunucuları…
Bir de özlü sözleri vardır ki dillerinden düşürmezler: “İstisnalar kaideyi bozmaz!”
Çölde kum, Kutuplar’da kar, ormanda ağaç, denizde su; normaldir…
Şarkıda sözü geçen Türkiye’de halkına güvenmeyen devlet için Devlet Güvenlik Mahkemeleri, olağanlaşmış Olağanüstü Hal uygulamaları, faili meçhuller ve darbeler normaldir…
Bir de yeni “normal”leri var Türkiye’nin: Patlayan bombalar, devlet terörü, yolsuzluklar, haber yasakları ve survivor!
***
Biz de bu durumdan azade değiliz elbettte… Yeni yeni “normal”lerimiz var bizim de…
Mesela Polis Teşkilatı’nın eylemlerde pankart çalması normaldir!
Stres altında kalan bazı polislerin, amirlerine vuramadığı yumrukları eylemcilere savurması da öyle…
Hükümetin halktan gizleyerek hayati kararlar alması ve gene de kendini şeffaf sayması da…
Ülkücülerin ev basması, eşya çalması da normaldir…
Üniversitelerde terör estirmesi, arabalarından satırlar çıkması da…
Bu gibi olaylara önce infial içinde tepkiler verilir. Ardından normalleştiği kabul edilince ortalığı sessizlik kaplar…
Sanmayın ki bu yalnız bizde böyledir.
Bakın Brecht, şiirinde ne diyor:
“Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca ‘dur!’ diyen olmaz artık,
Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez oluverirler.
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık.”
Yani, aslında haksızlığın sineye çekilmesi de normal!
Kendini suçlamaya alışkın aydın reflekslerinin iddia ettiği gibi Kıbrıslı Türklerin “hallerinden” değil kısacası… Gayet normal!
***
Aslında mesele, neyin normal neyin istisna olduğu ile ilgili bir mesele değil…
Tam aksine, normal olan ile nasıl bir ilişki kurulduğu çok daha önemli…
Doğru bulmadığı bir şeyi, “normal”dir diye kabullenen bir insan mısınız? Yoksa, “istisna”, “marjinal” veya “anormal” kabul edilmek pahasına doğru bildiğinizi mi yaparsınız?
Budur işte mesele…
Ve o meşhur “istisnalar kaideyi bozmaz” sözünün koca bir yalan olduğunu görebilmek…
Aksine, “kaideyi bozan, istisnalardır.”
İstisnalar birikir, çoğalır, yaygınlaşır, onaylanır, benimsenir ve kaide haline gelir…
Saçınızdaki ilk beyaz tel bir istisnadır mesela… Ama çok geçmeden kural haline geleceğinin de sinyalini verir size her aynaya baktığınızda…
İşte bu yüzden, “marjinallere”, “anormallere”, “istisnalara” hiç tahammül göstermez; dünyadaki hiçbir egemen…
Herkes, bayrak sallarken siz de bayrak sallayacaksınız…
Herkes, Cami’ye gidiyorsa siz de gideceksiniz…
Herkes, yalakalık yapıyorsa siz de yapacaksınız…
***
Ama yapmayanlar var bunu… Her zaman olmuştur… Bundan sonra da olacak…
Bu “anormaller”, bu “marjinaller”, bu “istisnalar” için de tehlike iki taraflı…
Biri normalleştirenlerin baskısı ise diğeri “istisna” olmaktan keyif almaya başlamak…
En büyük tehlike bu belki de…
Ne zaman ki, istisna hallerinden memnun bir gururlanma vesilesi yaparlar varoluşlarını; işte o zaman dururlar, yavaşlarlar, düşerler… Normalleşirler…
Oysa, istisna kalmaktan memnuniyet; yaşanan haksızlıkların varlığından memnuniyettir özünde…
Bir de şunu bilmeli anormal, marjinal ve istisna olan: İstisna kural olmadan, hiçbir istisna tutarlı olamaz…
Kendisi bütün içinde bir tutarsızlıkken, kendi kendine nasıl tutarlı olabilir ki?
Bu sebeple, elbet boşvermeyip uğraşmalıdır kendi ile…
Ama çelişkilerini görüp hayal kırıklığına da uğramamalıdır…
Ne diyordu bir filozof; “uzun süre uçurumun içine bakarsanız, uçurum da sizin içinize bakar.”
İşte budur anormal insanın normallerin içindeki durumu…
Bu yazıda çok şiir kullandık, son sözü de Brecht söylesin o zaman:
“Siz ki çıkacaksınız / Battığımız tufandan / Düşünün / Eksiklerimizden söz ederken / Karanlık çağı da / Sizin kurtulduğunuz…
Biliyoruz oysa; / Alçaklıktan nefret bile / Çarpıtır çizgileri / Haksızlığa öfke bile / Kısar sesi.
Ah, biz / Hazırlamak isterken dostluk yolunu / Dost olamadık kendimiz.
Siz ama, o gün gelince / İnsanın insana el uzattığı, / Anın bizi / Hoşgörüyle.”
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti