Tarihsel süreçler; kültürlerin oluşmasına, çeşitli etkileşimler içerisine girerek zenginleşmesine olanak sağlarken bazen de kültür denen olgunun yozlaşmasıyla ya da yok olmasıyla sonuçlanır. (Nenemin Deyişiynan, Kültür ve Unutulan Değerlerimiz, sayfa 16.)
Kıbrıslı Türkler için özellikle kültürel asimilasyon her zaman için ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Yıllar içerisinde dilimize, dinimize, yerleşim yerlerimize yapılmaya çalışılan müdahalelere ek olarak son zamanlarda yiyeceklerimiz üzerinde de bu tarz oyunlar oynanmaya çalışılmıştır. Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yıl, Türkiye’de bulunan özel bir TV kanalında, tarifi verilen şeftali kebabının yanlış anlatımına halktan oldukça büyük bir tepki gelmişti. Hatta konu Meclis’e taşınmış ve dönemin Milli Eğitim ve Kültür Bakanı bahsi geçen kanala bir bilgilendirme yazısı göndermişti. Kıbrıs’a has hellimin, “ızgarella” olarak yeniden keşfi de oldukça konuşulan konulardan oldu. Biliyoruz ki yiyecek ve içecekler her kültürde önemli bir yer teşkil eder. Basit gibi görünse de kültürümüzde yer etmiş bu olgulara karşı çıkacak her ses, kültüre müdahaleye karşı verilen her tepki önemli ve anlamlıdır aslında.
Kültürü savunurken, günümüze gelişine değin birçok alt kültürden beslendiğini ve kültürlerin iç içe geçtiği zaman zenginleştiğini de unutmamak gerekir. Aksi bir anlayış, kültür fetişizmi yaratarak beraberinde milliyetçilik, ırkçılık gibi olguları da taşıyacaktır. Unutulmamalıdır ki kültürü bozan etmenler halklar değil, bu hegemonyayı üstümüzde kurmaya çalışanlardır.
Öyle ki toplumsal hafızamızda yer edinen bilgiler ve değerler her dönem geçirilmeye çalışılan paket ve protokollerle zayıflatılmaya, dini ve milli şuur ön plana alınarak kültürel değerlerimiz zayıflatılmak istenmektedir. Geçtiğimiz yıllarda açılmak istenen Koordinasyon Ofisi’ne karşı özellikle gençlerden ve kültür sanat derneklerinden büyük bir tepki gelmiş, Reddediyoruz hareketiyle değerlerimizi hiçe sayan ofisin açılmasına karşı kararlı bir duruş sergilenmişti. Reddediyoruz sürecinin başarıya uğramasını hazmedemeyenler şimdi de Kültürel İşbirliği Protokolü adı altında kültürümüzü hiçe sayma planlarını Osmanlı merkezli ve dar bir bakış açısıyla yürürlüğe koymak için düğmeye basmış durumdadırlar.
Halkların kendi yaşayış biçimleriyle oluşturduğu kültürel değerleri günümüze değin ulaştırmak o denli önemlidir ki “Bir zamanlar Kıbrıs”ın nasıl olduğunu gerçeği yansıtmayan senaryolardan değil, bizzat yaşayanlardan, bunları kaleme alanlardan öğrenmek gerekir. Mağusa’nın adının Magosa, Lefkoşa’nın adının Lefkoşe olmadığı gibi, hellim de hellim peyniri değildir.
***
Sabahın köründe kalkar, garaja gider topladığı çalı çırpıyı tutuştururdu ilkin. Her yanımız is kokmasın diye, “Siz burada durmayın, kokacaksınız der” kardeşimle beni dışarı yollardı. Sonra o kocaman kazanı ocağın üstüne oturtur, sarı bidonda tutulan ve süzgeçten geçirilmeye hazır olan sütün, kazanın içine doğru süzüle süzüle inmesine yardımcı olurdu. Ve o kocaman kazanın içine döktüğü sütü karıştırmaya başlardı ağır ağır… İçine o kırmızı kapacıklı kutudan döktüğü hellim mayasını kattıktan sonra süt mayalanana kadar, üstü örtülüp bekletilirdi. Nenem ellerini koca kazana daldırırken biz de bulutçuklar gibi ortaya çıkan norların su yüzüne çıkmasını sabırsızlıkla beklerdik. Kevgirle alınan norun üstüne şeker koyup afiyetle yerdik. Daha sonra toparlanmaya başlayan hellim, kazandan çıkarılıp bir süzgecin üstüne yerleştirilen tülbentlerle iyice sıkılır ve suyundan arındırılırdı. Delikli kabın şeklini alan bu devasa beyaz maddeye “peynir” denir ve nenem bize bundan pilavuna yapardı. Peynir hellim olma yolunda kesilip tekrar kızgın kazanın yolunu tutarken, en sevdiğim kısma geçer içine atılan peynir parçaları tekrardan pişer ve sonrasında hellimlere eliyle şekil verirdi. Sonra da kazana veda eden hellimcikler soğuk suda sertleşmeye bırakılır ve çaputlara bağlanarak tekrar kazana daldırılır ve kevgir yardımıyla kazandan kurtarılırdı. Çaputları çözüldükten sonra kadeyif sinilerine çıkarılan hellimler burada kalın tuznan iyice ovulup ortalarına da mis gibi tüten nane koyularak yenmeye hazır hale gelirdi. Hemen hemen her köy evinde gerçekleşen bu faaliyet bembeyaz hellimlerin ağızda “cıg cıg” diye çıkarttığı o sesle finali en güzel şekilde yapardı…
Hellim demişken, Güneyde de halloumi olarak bilinen ve ortak kültürün en lezzetli ürününün Avrupa pazarına girmesi ise bir başka gündem konusu bu sıralarda. Bazı kesimlerce bir zafer, bazılarınca can sıkıcı bir durum yaratsa da Kıbrıslıların hellimin gerçek sahibi olduğu tescillendi diyebiliriz. Bu sayede hellim sadece Kıbrıs’taki halklar tarafından üretilip satılabilecek. Nenemin yaptığı hellimin tadı, Maria’nın yaptığı hallouminin tadından farklı değil… Ortak kültürümüzün lezzetlerini ve barışın tadını kardeşçe çıkarabileceğimiz günlerin özlemiyle…
Şifa Alçıcıoğlu
Baraka Aktivisti