Yaşamın devrimci dönüşümünden bahsedebilir miyiz?
Eşitlik, adalet ve özgürlükten ve barıştan bahsetmek ne kadar samimidir;
İçinde eşitliği, adaleti, özgürlüğü ve barışı da barındıran bir ütopyayı sahiplenmedikçe…
Toplumsal değerlerin aşındığından, sosyal ilişkilerin bozulduğundan, ‘çürümenin’ genelleştiğinden bahsetmek ve buna karşı mücadele edeceğiz demek ne kadar samimidir;
Toplumsal iyiyi ve güzeli üretebilecek, ‘çürümenin’ karşısında ‘toplumsal duyarlılığı ve etik değerleri’ yeniden inşa edebilecek ve savunabilecek bir felsefeye sahip olmadıkça…
Yaşamlarımızdan edebiyatı çıkarırsak, daha doğrusu yaşamlarımıza edebiyatı katmazsak ne kadar kavrayabiliriz ‘beni’ ‘seni’ ve ‘bizi’ ve ‘öteki beni’…
Ve değil midir ki tiyatroyu hayatımızdan çıkarttığımızda, biraz yüzleşmeyi, biraz hesaplaşmayı, biraz direnmeyi, biraz olmayı ve biraz da olmamayı da hayatlarımızdan çıkarmış olmaz mıyız?
***
Seçim olacak mıydı olmayacak mıydı?
Kazanan o mu olacaktı bu mu olacaktı?
Koalisyon nasıl kurulacaktı?
Nasılını geçtik, ne zaman kurulacaktı?
Hangi koalisyon veya hangi hükümet toplumu dönüştürme veya toplumsal iyiye ulaşabilme iradesi veya dirayeti gösterdi ki?
Her zaman Meclis’i küçümsemek için tiyatro benzemesi yaparlar…
Halbuki keşke Meclis tiyatro sahnesi gibi nitelikli ve devrimci olabilse…
Öyle ki siyasal yozluğun üretildiği, alavere dalavere fabrikası olarak toplumsal çürümeye katkı koyan Meclis, içinden çıkan vicdanlı sesleri bile bir kabus uğultusu gibi boğmaya çalışıyor.
Ne diyorduk, toplumsal dönüşüm ve toplumsal iyi-güzel…
Çürüme…
Yaşama sevinci ve umut…
O halde gözlerimizi çekelim Meclis’ten ve ‘çürümenin siyasetinden’…
Gözlerimizi de, bilincimizi de, bedenlerimizi de tiyatro salonlarına dikme vaktidir… Yeni bir yaşamı ilmek ilmek öreceksek eğer…
***
11. Kıbrıs Tiyatro Festivali başlıyor…
Birbirinden değerli oyunlar ile Eylül ayı bir tiyatro şöleninin ateşini tutuşturacak…
Genelleşmiş çürüme zamanında,
etik değerlerin tam gaz aşındığı bir dönemde
Tek ideolojinin tüketim ideolojisi,
Tek alternatifin başka alternatif yok alternatifsizliğinin dayatıldığı bir zamanda,
Tiyatro sadece bireysel değil aynı zamanda da toplumsal anlamda da bir yüzleşme mekanı, sorgulama dehlizi ve sadece yıkmanın değil ayın zamanda da yeniden kurmanın, kurabilmenin mümkün olduğunu haykıran sanat olarak aynasını yüzüme yüzümüze tutacak Eylül’de…
Ve bize düşen seyirlik bir hareketler toplamı olarak değil, ama İnsanı insan yapan tüm değerleri yeniden tanımlamak, sorgulamak ve yüzleşebilme hassasiyeti ile o aynanın karşısına dikilmektir.
Üstat Yaşar Ersoy’un 11.Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin tanıtım broşüründe yazdıklarını aktarmakta fayda var:
“2 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında Lefkoşa’da “Festival” dediğimiz o çok sevinçli, çok renkli coşku seli yaşanacak. Hem de siyasetin vıcık vıcık kokuşmuş ortamına rağmen… Tiyatronun yüzümüze tutacağı aynayla, bu yüzleşmeyi gerçekleştirecek ve aynı zamanda paylaşabilmenin, çoğalabilmenin, sevinç ve umut dolu yaşayabilmenin hazzı duyulacak. Tiyatronun ışığında binbir duygu ve düşünceden oluşan hayat ve insan yeniden yaratılacak…”
***
İnsan’da diretmek ve direnmek için, haydi tiyatroya…
Hasan Yıkıcı
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.