1900’lü yılların başlarında, tüm dünyada özellikle Avrupa’da insanlık tarihini etkileyen büyük olaylar ve değişimler yaşanmıştır. Bir tarafta ekim devrimiyle işçilerin ve köylülerin iktidarı sağlanmışken başka bir tarafta da belki de tarihin en faşist ve acımasız devletleri kurulmuş ve milyonlarca insanın egemenlerin çıkarları doğrultusunda ölmelerine, evsiz yurtsuz kalmalarına sebep olunmuştur. Üstün ırk safsatasıyla farklı ırktan ve ulustan insanlar katledilmiştir. Günümüzde bu katliamların gerçekleştirildiği bazı yerler insanların ziyaret edebilecekleri şekilde düzenlenmiştir ve o dönemi anlatan bir sürü kitap yazılmış ve sayısız film çekilmiştir. Özellikle o dönem hakkında çekilen filmler acı ve keder dolu dram filmleri olmuştur. Ama bazı filmler vardır ki mizahi bir şekilde faşizmi eleştirmiş ve seyirciyi güldürmüştür.
Roberto Benigni’nin yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği, eşiyle birlikte başrolünde yer aldığı ve Oscar’da en iyi yabancı film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi müzik dallarında ödüller kazanan 1997 yılı yapımı La vita e bella (Hayat Güzeldir) filmi, hayat dolu Guidoadlı karakterin yaşamı üzerinden İtalya’da Mussolini yönetimi altındaki faşist düzeni aktarmaktadır. Bir Yahudi olan Guido hayatının aşkını bulur ve onun peşinden gider. Yaşadığı andan keyif almaya çalışan Guido’nun bir çocuğu olur ve çocuğuna Yahudilere uygulanan baskıyı ve düşmanlığı sezdirmemek için pembe yalanlar söyler ve hep onu güldürmeye çalışır. Her ne kadar hayat dolu karakteriyle ve neşesiyle ailesini ve kendisini Yahudi düşmanlığından uzak tutmaya çalışsa da sonunda bu gerçekten kaçamayacaktır.
Filmin ilk bölümü daha çok komik sahnelerle dolu. İkinci bölümü ise daha acıklıyken Guido’nun çocuğunu toplama kampında bile eğlendirmeye çalışmasına şahit oluyoruz. Üstün ırk ideolojisini bir sahnesinde gayet başarılı bir şekilde mizahi bir dille eleştiren film izleyene şunu da düşündürtüyor; bu kadar faşist bir düzenin içerisinde mutlu olmak, hayat güzeldir diyebilmek gerçekten mümkün müdür? Sevdiği kadınla, çocuğuyla ve hayat dolu karakteriyle Guido bunu yapabiliyor ama günümüzü ve yaşadığımız ülkeyi ele aldığımızda asgari ücretle ay sonunu getirmeye çalışan bir göçmen işçi, işyerinde patronu tarafından mobbinge uğrayan bir emekçi, sevgilisi tarafından şiddete maruz kalan bir kadın, ülkesindeki savaştan kaçıp adamıza sığınmaya çalışan bir mülteci için de hayat güzeldir diyebilir miyiz? Filmin başlarında Guido’nun biraz daha umursamaz karakterinin ağır basması ve çevresinde olan bitene kayıtsız kalması hayattan keyif almasını sağlıyor. Film ilerledikçe umursamaz tavrı yerine ailesi için yaşam mücadelesi veren bir Guido’nun neşesini görüyoruz. Çevremizde, içinde yaşadığımız toplumda olan bitenlere kayıtsız kalıp hayattan keyif almak yerine kendimizden ve ailemizden öte başkaları için de hayatı güzel kılmak için mücade etmek, bu hayatın güzelliklerini bencillikleriyle ve hırslarıyla güç ve para uğruna kirletmeye çalışanlara inat direnerek ve dayanışarak yaşamak bu filmin vermek istediği bir mesaj olmasa da farklı bir noktadan bakıp bu filmden çıkarabileceğimiz bir ders olabilir.
Filmin en neşeli yerlerinden biri Guido’nun askeri bir doktora bilmece sorduğu sahnedir. Cevabını filmde bulabileceğiniz bu bilmeceyle yazıyı bitirelim; “ Ne kadar çoksa, o kadar az görürsün”.
Sezgin Keser
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti