Günümüzde dünyamız yeni bir işgal altında. İşgal denildiğinde akla ilk olarak “askeri birlik gücü” gelir fakat bu kez gelin sivil ordulardan bahsedelim ve bu abluka altında gelişen sonuçlara değinelim.
İçinde bulunduğumuz modern çağda yukarda da değindiğim gibi sivil ordular, yani diğer bir deyişle modern barbarlar, toplu bir şekilde tıpkı bir böcek sürüsü gibi girdikleri ortamı “kitle turizmi” adı altında talan ediyorlar. Yazıma devam etmeden önce turist ve kitle turizmi terimlerini kısaca bir tanımlayalım:
TDK’ya göre ‘turist’ “dinlenme, eğlenme, görme, tanıma vb. amaçlarla geziye çıkan kimse, gezgin, gezmen, seyyah” ve yine TDK’ya göre ‘kitle turizmi’ ise “eğlenmek, gezmek amacıyla gruplar hâlinde yapılan gezi” diye tanımlanmaktadır.
Kitle turizminin adadaki etkileri üzerinden gidecek olursak, betona bağlı yapılaşma doğrultusunda doğayı yok eden ve bu çerçevede zarar veren bir sistemin oluştuğu görülebilir. Çevresel kirlilik “ekolojik dengenin” bozulmasına sebebiyet vermektedir. Daha genel bir bakış açısıyla şöyle de özetleyebiliriz: Ülkeler ve insanlar, bu bahsettiğimiz turizm çeşitiyle değişime uğruyor, bozuluyor ve yozlaşıyor.
Peki, böylesine gözle görülür sorunların kaynağını açıklamışken tüm bunlara karşı nasıl durmamız gerektiğini biliyor muyuz? Kitlesel turizmi bir nevi taraf olarak ele alacak olursak, her bir birey yaşadığı toplum içinde kitlesel turizme örnek olabilecek potansiyele sahip bir turist adayıdır: Örneğin, yaz tatillerinde yurt dışına tatil amaçlı giden turist kafilesindeki bir birey, tatil boyunca kitle turizminin bir parçası iken, tatili sonra erdikten sonra kitle turizmi tarafından etkilenen toplumun bir bireyi haline gelir.
Yukarıda açıklamasını yaptığım kitle turizmini oluşturan turistler gittikleri yerlerde dili, kültürü, ahlaki yapıyı, tarihsel olguyu ve mimari yapıyı etkiliyor. Bölgelerin yöresel dokularının turistlerin taleplerine bağlı olarak yavaşça kayboluşu bir sorundur fakat sorunların gözle görünür taraflarını ele alıp, olumlu yönleriyle olumlu unsurlarla avantaja çevrilmesi de söz konusu olmalıdır.
Buna bağlı olarak Kıbrıs’tan bir örnekle devam edelim: Adada özellikle kumar turizminin gelişmesiyle inşası devam eden yapıların ya da hâlihazırda adanın kapasitesini aşarcasına dikilen gökdelen edasındaki otellerin, ülkenin yerel mirasını gözetmeksizin dengeleri tamamen yerinden oynatması ortada olan bir gerçek değil midir?
Diğer bir unsur ise turiste karşı uygulanacak hiçbir kontrol mekanizmasının olmayışıdır. Bunun sonucu olarak turistler, istedikleri yönde her türlü taşkınlığı sergilemekte özgür olurlar.
Sonuca doğru gelirken, kitle turizmini engellemenin yollarını aramaktan ziyade bu sorunla nasıl başedilir ve ne gibi önlemler alınıp faydalar sağlanabilir diye düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Adada yıllarca yapılan ve geliştirilmeye çalışılan diğer turizm çeşitlerinin -ki bunlar doğaya, sürdürülebilirliğe, özel ilgi turizmine dayalı turizm dallarıdır- ileri noktalara yapıcı bir şekilde gelmesi önemli roller oynayabilir.
Bu noktada zihinlerde şöyle bir tablo oluşabilir: Bilinç, her şeyin temelinde olması gereken bir olgudur. Turist adaylarının ziyaret edecekleri bölgelerle ilgili eksik/yanlış bilgilerin giderilmesi adına, bölge ile ilgili bilgilendirici dokümanlar verilmeli, videolar sunulmalı ve bu eksiklik avantaja çevrilmelidir.
Kısacası, eğer ziyaret tur şirketleri üzerinden olacaksa, sunulan paket içeriğine yukarıda bahsettiğim eklemeler yapılmalıdır. Tüm bunların sonucunda taraflar arasında karşılıklı tutarlılık olması ve bilinçli bir şekilde sürdürülebilirliğin sağlanması kitle turizminin adadaki pozitif yansıması olacaktır.
Kristina Nikitina
Bağımsızlık Yolu Üyesi