Hannah Arendt 1906-1975 yılları arasında yaşamış bir siyaset bilimcidir. 1951’de basılmış olan Totalitarizmin Kaynakları adlı kitabı ile büyük yankı uyandırmıştır.
Arendt, Yahudi kökenli biri olarak Almanya topraklarında yaşıyordu. Hitler’in iktidara gelmesinden sonra Almanya’yı terk etmiştir. İlk önce, gittiği Fransa’da Yahudi göçmen hareketi içinde aktif rol almıştır. Daha sonra Amerika’ya giden Arendt orda da Avrupa topraklarında yaşanan insanlık suçlarını yakından takip etmiştir.
Hannah Arendt’e göre, Nazizm’in oluşturduğu Auschwitz gibi toplama kamplarına gönderilen ve orada soykırıma uğrayan Yahudilerin yaşadıkları olağan bir kötülük değildi. Buvesile ile Arendt kötülüğün kökeni üzerine düşünmeye başlar. Bu kampların ifade ettiği şey sadece insanları imha etmek ve insan onurunu incitmek değil, bunun yanı sıra, bilimsel olarak kontrol edilen şartlar altında insanları önemsiz bir şeye dönüştürmekti. 1951’de basılan Totalitarizmin Kaynakları adlı kitabında bu kötülüğü totalitarizm ile ilişkilendirir ve bu kötülüğü radikal kötülük olarak adlandırır. Arendt’e göre, totaliter bir sistemin amacı insanları sadece baskı ile bir arada tutmayı sağlamak değildir. Ayrıca insanların önemsiz bir varlık olarak algılandığı bir sistem yaratmaktır. Peki radikal kötülüğün temelinde ne vardır?
İnsan neden bu türden bir kötülüğü hayata geçirir?
Aslında radikal kötülük kavramını kullanan kişi Kant’tır. Kant’a göre insan iyi veya kötü diye adlandırılamaz. İnsan doğasında iyiye de kötüye de bir yönelim vardır. Ama onun ödev ahlakına göre insan (pratik aklını kullanarak) kendine koyacağı ilkelerle bu kötüye yönelimden uzaklaşacaktır. İnsanın bu kötüye olan eğilimini Kant, radikal kötülük diye adlandırır. Üstelik bu radikal kötülüğün kaynağına da bencillik, hırs gibi insani şeyleri yerleştirir. Hannah Arendt’e göre ise bencillik gibi şeylerle Hitler rejiminin yaptığı bu kötülük açıklanamaz. Yani Arendt bu radikal kötülüğü kavranılamaz bir şey olarak havada bırakır.
Ama Arendt için kötülüğün kaynağını soruşturma süreci henüz bitmemişir. Eski Nazi subayı Adolf Eichmann ikinci dünya savaşından sonra Arjantin’e kaçmıştır. Yahudi soykırımında insanlık suçu işlediği gerekçesiyle Arjantin’den gizlice kaçırılır ve yargılanmak için İsrail’e getirilir. Arendt de Eichmann davasına The New Yorker dergisi muhabir gözlemcisi olarak katılır. Herkes gibi Arendt de davada kötülüğün cisim bulduğu bir kişiyle karşılaşmayı umar.
Bu büyük insanlık suçunda aktif rol oynayan Eichmann için davada ayrı bir cam kabin bile yaptırılır. Fakat bu kişi tam bir bürokrat gibi davranmaktaydı. Kendisini savunurken her şeyi emir komuta zincirine bağlıyordu. Yahudilere karşı bir nefretinin olmadığını, hiçbir Yahudi’yi kendisinin öldürmediğini, sadece sistemin içinde yer aldığını fakat bunu da Führer’in emri olduğu için yaptığını dile getiriyordu. Hatta hayattaki en büyük acıyı, Führer’in Yahudilerin fiziksel olarak yok edileceğini emrettiğini duyduğunda yaşadığını belirtmiştir. Bunları da hızla terfi almak için yaptığını hatta daha hızlı terfi almak için bir dönem cepheye gitmeyi bile düşündüğünü belirtmiştir. Her şeyi emir komuta zincirine bağlayan Eichmann’ın, Führer’den emir gelse Yahudi, Alman, Fransız ve hatta kendi yakınlarını bile ölüme yollayabileceği açıktır. Üstelik Eichmann mahkemede savunmasını yaparken Kant’ın ödev ahlakını benimsediğini belirtip kategorik buyuğun eksiksiz tanımını yapıp herkesi şaşırtmıştı ve Kant’ın görev tanımına uygun yaşadığını belirtmişti. Ama tabii ki de burada bir sorun vardı. Kant’a göre her insan eylemeye başladığı andan itibaren kendini bir kanun koyucu gibi düşünüp öyle hareket etmeliydi. Eichmann bunu ”eyleminizden haberdar olsa, Führer’in onaylayacağı şekilde hareket edin” diye çarpıtmıştır. Sonuç olarak, sayısı hiç de az olmayan Eichmann gibi kişilerin suçu nedir? Neyle yargılanmaları gerekmektedir? Davanın sonunda Eichmann idam edilmiştir fakat Arendt davanın sonunda Kötülüğün Sıradanlığı Üzerine Bir Rapor: Eichmann Kudüs’te isimli bir rapor yayımlar ve bu raporda Eichmann’ı sadece düşüncesizlikle suçlar.
Arendt’in Eichmann’ı sadece düşüncesizlikle suçlaması İsrail halkından tepki almasına neden olmuştur. Hannah Arendt’in bu konuda radikal kötülükten sonra kullandığı ve artık kötülüğün temeline düşüncesizliği yerleştirdiği kötülük, kötülüğün sıradanlığıdır. Kötülüğün sıradanlığı düşünmemek, fikirsiz olmak anlamında kullanılır. Arendt’in bu tespiti yerinde görünüyordu çünkü Eihmann İsrail’de mahkeme ve cezaevindeyken ona verilen mahkeme ve cezaevi kurallarına harfiyen uyuyor, fakat herhangi bir konu hakkında ona bir şey söylenmediğinde ne yapacağı konusunda karar veremiyor ve bocalıyordu. Sistem Eichmann gibilerin düşünme yetisini ellerinden almıştı. Yani o dönem Almanya’da yaşayan insanların birçoğu düşünmek eylemini Hitler’e bırakmıştı. İnsanı insan yapan şeylerden en önemlisini bir başkasına bırakmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu, insanlık İkinci Dünya Savaşı’ndagörmüştür. Peki bundan ders çıkarmış mıdır? Orası meçhul.
Hannah Arendt’in radikal kötülük kavramını Kant’tan aldığını ve Kant’ın bu kötülüğün temeline bencilliği koyarken, Hannah Arendt’in radikal kötülüğü kavranamaz bir şey olarak ele aldığını söylemiştik. Peki, Hannah Arendt’in sonradan kötülüğün kaynağı olarak gösterdiği fikirsizlik, düşünememe (kötülüğün sıradanlığı) hakkında Kant bir şeyler söylüyor mu?
Kant Aydınlanma döneminde yaşamış ve Aydınlanma’nın ne olduğuna dair bir makalesi de olan Alman filozoftur. Ona göre Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan aklını kullanarak kurtulma sürecidir. Bu ergin olmama durumu insanın kendi aklını başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.
Görüldüğü üzere Arendt’in kötülüğün sıradanlığı ile Kant’ın ergin olmama durumu arasında sıkı bir bağ vardır. Bugünün sorunu olarak da çevrenizde rahatlıkla görebileceğiniz, yukarda iki filozofa atıfta bulunarak da açıklanan şeyden çıkarılacak mesaj, Arendt’in “İnsanlık Durumu” kitabında geçtiği gibi açıktır: “Hiçbir şey yaptıklarınızı düşünmekten daha önemli değildir.’’
Kaynakça
Arendt, H. (1963). The Origins of Totalitarianism. New York: Meridian Books.
Arendt, H. (1994). İnsanlık Durumu. (B. S. Şener, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Arendt, H. (2009). Kötülüğün Sıradanlığı Adolf Eichmann Kudüs’te. (Ö. Çelik, Çev.)
İstanbul: Metis Yayınları.
Bakır, K. (2015). Hannah Arendt’te Kötülük Problemi. Kaygı Uludağ Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi(25).
Kılınç, N. (2012). Politika ve Sorumluluk. İstanbul: Birikim Yayınları.
Kemal Büyükhoca
Bağımsızlık Yolu Üyesi