HANGİMİZ MEMUR? – ABDULLAH ÖZDOĞAN

Göç yasası, hayat pahalılığı, asgari ücret; eğitim ve sağlıktan başlayarak halktan yana bütün sosyal hizmetlerin özelleşmesi; güvencesiz, sendikasız istihdam, taşeron çalıştırma, işsizlik; yıldız gibi parlayan patronlar ve mafyalar, adam kaçırmalar; dinin siyasallaşmasını sağlayacak her türlü aracın devlet eliyle yaratılması, artan gericilik; ekonomik bağımlılıkla katmerleşen ekolojik talan… Liste uzayıp gidiyor.

Nedir bu başımıza gelenler? Bir bizim başımızda mı var bu belalar? Yoksa dünyanın en şanssız halkı Kıbrıslı Türkler mi?

Kimilerine göre istisnai bir durumdayız, dünyada eşimiz benzerimiz yok. Çözümsüzlük belimizi kırdı ve bir kağıda atılacak iki imza sonrası bütün bunlar bitecek ya da bütün bu uğursuzluklara karşı mücadele ancak o zaman başlayacak.

Halbuki her yerde durum benzer değil mi? her coğrafyada sömürü, işgal, asimilasyon, gericilik, mafyacılık yok mu?

Teşhisi doğru koymadan ameliyat başarılı olmuyor. Hayır, bir bizim başımızda yok bu belalar…

Güney Amerika, Avrupa, Asya, Afrika, Orta Doğu ve burnumuzun dibi Yunanistan, Türkiye ve dikenli telin ötesi hani yarısı güneyde, yarısı kuzeyde kalan Lefkoşa…

Her yer aynı özetle. Yaşadığımız topraklarda, tam da yaşadığımız neo-liberal döneme uygun dönüşümlerin yansımaları bunlar. Her coğrafyada olduğu gibi bizde de bunlara karşı direnenler ve bunların uygulanmasına ‘memur’ olanlar var. Evet, yanlış duymadınız memur dedim. Türk dil kurumuna göre memur kelimesi iki anlamda kullanılabiliyor: Birincisi isim olarak kullanılıyor, devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse, görevli. İkincisi ise sıfat olarak kullanılıyor, yükümlü (bir işi yapmakla) kimse anlamında.

***

Birincisi malumunuz, ekmek elden su golimbadan yaşayanlarımız. Gelecek kaygısı duymayan, sırtını devlet babaya dayamış rahat, geniş insanlar. Torpillidirler, özelde ezilmek yerine yan gelip yatmayı seçtiler. Sendikalıdırlar ve her daim güvende olmayı severler. Boş zamanları çoktur, tatile çıkarlar, hobiler edinirler. Gelecek kaygıları da yoktur isim olarak “memur” olanların, geçsin ay gelsin maaş diye yaşarlar. Bakmayın bağırdıklarına kendinden başkasını düşünmezler gerçekte.

İkincisi; dedik ya yükümlüdür, bir misyonu var, görevlidir bir yolda. Birincisinin karşısında yer alır. Haliyle sevmez rahatlığı, tembelliği. Çünkü iyi bilir, emekçi dediğin ezilecek üzüm gibi, vermek için şarabını. Ne o öyle boş zamanlar, hobiler, tatiller, kendini geliştirmeler. Tabi ya, bütün emekçiler böyle olsa, söyleyin ne olur sonumuz?

Birincisinin aksine, ‘bencil’ değildir ikincisi, hepimizin adına düşünür. O yüzden mecburen ‘memur’ olmuştur sonunu getirmeye memurlar gibi rahat yaşamanın.

Bazıları savaş çıkarır bu uğurda, bazıları susar bu savaşa, İrlandalı turisti yazar günlerce öldürülürken yedi yaşında çocuklar; bazıları da mücadele edenleri boğmaya çalışır; giyimini, kuşamını, kotunu, ayakkabısını, sandaletini, saçını, kitabını, mantinini ve memur olmasını öne çıkarır, hedefe alır.

Kimi uzundur, kimi kısa; kimi bıyıklı, kimi bıyıksız; kimi kadın, kimi erkek; kimi solcu, kimi sağcı; kimi yeşil, kimi turuncu ve fakat hepsi de memurdur bu uğurda, günün sonunda.

***

Göç yasasına karşı mücadele edenlere “göç yasası demeyin şuna” diyen ‘emekçiler’ var bu topraklarda, eşel mobil (hayat pahalılığı) dondurulunca “ne biçim solcusunuz, eşitlik de istemezsiniz” diyorlar, asgari ücret artarsa mahvolurmuş bu ‘emekçiler’, öyle her yerde de sendika olmazmış, herkes özgürmüş köle gibi çalışmaya; özgürlük de onlardan sorulur, eşitlik de. Salya, sümük ağlıyorlar, ağıtlar yakıyorlar ‘emekçi’ ağızları, patron kafalarıyla, halktan çalınan her haktan sonra. Hukuki olarak sorun yok, “bu memurlara az bile” nasıl olsa.

Şimdi de buyuruyorlar hep bir ağızdan: Sandaletleri “devletin imajını” zedelemiş Hasan’ın, bordrolu olduğu için mücadele edemezmiş, susmalıymış Münür.

Sorarım size, varın siz arayın cevapları, bordro engel mi mücadele etmek için? Peki, bordrolu çalışmak şart mı ‘memur’ olmak için?

 

Abdullah ÖZDOĞAN

BAĞIMSIZLIK YOLU