*İlk defa Kıbrıs`ın güneyine geçişimi unutamam.
Henüz 18 yaşıma basmamıştım ve annem ile birlikte Mağusa’daki 2.5 mil kapısından geçmiştim “gavur tarafına.”
Henüz sınır kapılarına bilgisayar bile koyulmadığından ötürü (ya da en azından Mağusa’dakine koyulmamıştı) ilgili polis memurları derme çatma bir masanın üzerinde işlem yapıyordu.
Yürüyerek geçmiştik güneye.
Bilenler bilir güneye 2.5 milden geçtiğinizde çok fazla yerleşim yoktur ve kısa bir süre yürüdükten hemen sonra İngiliz’in Orta Doğu`yu dinlerken kullandığı dev uydulu askeri üssü karşılar sizi.
İlk defa bu kadar yakından gördüğümüz üssü şaşkınlıkla izleyip geçerken yanaşmıştık yerleşimin az da olsa yoğunlaştığı ve Kıbrıslı Türklerin sonradan uğrak yeri olacak olan Litsas Market`in bulunduğu mahalleye. (Şaka ile karışık, Litsas Market kapılar açılmadan önce sınıra çok yakın ve yerleşimin çok az olduğu bir bölgede açıldığı için o bölgede batacağı konuşuluyormuş. Fakat Kıbrıslı Türkler üzerinden baya para kazanan bir hale gelmişti. O kadar ki zamanla çalışanları Kıbrıslı Türkler olmaya, market içinde çalınan Türkçe müzikler çalmaya ve hatta Mağusa takımı Dumlupınar’ın sponsoru olmaya dahi başlamıştı.)
Yerleşimin yoğunlaştığı mahalleye yakınlaşmanın verdiği bir tedirginlikle “bugünlük bu kadar yeter” deyip kuzeye geri döndük.
Kolay değildi, resmi ideolojinin yıllar yılı “katiller” diye tanıttığı birileriyle karşılaşmak.
Hele hele 1996 yılında iki Kıbrıslı Elen`in yaşamını yitirdiği sınır olaylarının yaşandığı Derinya gibi bir mahallede büyümek bu tedirginlikte büyük pay sahibi idi.
Her ne kadar kendimizi barışçı diye tanımlasak da Kıbrıslı Elenlerle temas etme, iletişime geçme hissi bir ürkeklik yaratıyordu üstümüzde.
Bu haklı veya haksız diye tanımlanabilecek bir his değil, sadece yıllar yılı şovenizm ile zehirlenen bir halkta oluşan bir durumdu.
Ve muhtemelen iki halkın karşılıklı olarak hissettiği bir durumdur.
Bu hissin aşılması halklar arası güven ve kardeşleşmenin yeniden kurulabilmesi ile ilgiliydi.
Yakınlaşma da ancak halkların gündelik hayatlarının temasının artmasına bağlı.
Sınır kapıları açılalı 10 yılı aşkın bir zaman geçti.
Halklar arası temas bu süre zarfında artsa da iki halk arası düşmanlığı yok edecek düzeye maalesef ulaşamadı.
Bunun elbette ki sebepleri var.
En büyük sebep de gündelik hayatlarımızın ortak bir yaşam sürmeyi engelleyecek şekilde ayrı oluşu.
Bu ayrılık sosyo-ekonomik olarak hayatlarımızın farklılaşmasını ve buna bağlı olarak da bir araya gelme zeminimizi zorlaştırıyor.
Bu zorluklara iki halk arasındaki dil farklılığını da eklemeliyiz.
Dolayısıyla iki halkın arasındaki temas ve iletişim “turistik ziyaretler” boyutunu çoğunlukla aşamıyor.
Kıbrıslı Türkler Trodos`a, Lefkoşa`nın güneyine, Kıbrıslı Elenler Girne`ye ve Karpaz`a gezmeye gidiyor.
Bu döngü içerisinde ne kadar kaynaşabilirlerse o kadar kaynaşacaklar.
Ancak tüm bu zorluklara rağmen yapılması gerekenler var.
Haklar arası teması arttırmak.
Burada görev doğal olarak barış güçlerine düşüyor.
Kapıların açılmadığı dönemlerde, fişleme, baskı gibi bin bir zorluk altında Kıbrıs içinde Ledra Palas, Pile gibi yerlerde ve yurt dışında bir araya gelebilen sol kesimler, kapıların açıldığı 2003 yılından bu yana ortak iş yapabilme anlamında çok yol aldı diyemeyiz maalesef.
Bu söylemim yapılan onca çabayı sıfırla çarpmıyor fakat iki halkın ilericilerinin ortak eylem birlikteliklerinin durumunu nesnel olarak belirtiyor.
Maalesef ki 1 Mayıs ve 1 Eylül gibi günler dışında ortak eylemlilikler gerçekleştiremiyoruz ve bunlarda da çoğunlukla birbirimize “uzaktan” bakıyoruz.
Özellikle Kıbrıs sorununda hızlı gelişmelerin yaşandığı bir süreçte adanın kaderi hakkında söz sahibi olması gereken Kıbrıs halklarının sürece müdahil olabilmesi tamamen bu yakınlaşmaya bağlıdır.
Çünkü bu yakınlaşma süreçte Kıbrıs halklarının sözünün ağırlığını belirleyecektir.
Aksi takdirde süreç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bizim irademiz dışında gerçekleşecek ve bize en iyi ihtimalle içeriğini dahi tam olarak bilemediğimiz bir plana evet ya da hayır dediğimiz sorulacaktır.
Bu yüzden halklar arası teması ve etkileşimi arttırmalıyız.
Kağıt üzerinde bir barıştan ötesini gerçekleştirebilmek için biz barışı sokağa taşımalıyız.
Tüm zorluklarına rağmen bunu yapmak zorundayız.
Çünkü bu, barış için tercihten öte bir zorunluluk.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.