Eminim bu soru birçoğumuzun aklına gelmiştir. Kendisini “kurtarıcı” ilan eden bir parti nasıl olur da Kıbrıslı Türkler açısından bu kadar hayati bir meselede toplumun neredeyse tüm kesimlerini temsil eden bir platforma katılmaz?
Öncelikle platformun dört temel ilkesine, ardından da Halkın Partisi’nin bu ilkelere göre nerede konumlandığına bakalım:
Ne diyor birinci ilke: Su Platformu TC ve kktc hükümetleri arasında imzalanması öngörülen su temini ve yönetimi taslak anlaşmasına karşıdır.
Peki ne diyor Halkın Partisi geçici başkanı Kudret Özerzay: “…halktan yetki alacak güçlü bir hükümetle metni biz oturup müzakere eder, bu metni dengeli bir hale dönüştürürüz.” Yani Kudret hoca her bir maddesi teslimiyet olan bir metnin, Kıbrıslı Türklerin leyhine dönüştürülebileceğini söylüyor. Ancak karşısında önceliği özelleştirme olan bir AKP hükümeti olduğunu, bu hükümetin halka rağmen Sinop’ta, Mersin’de özel şirketler eliyle nükleer santral inşaatlarına başladığını, halka rağmen Artvin Cerattepe’de özel maden işletmesinin yanında durduğunu, halka rağmen HES’lerle tüm Karadeniz nehirlerini neredeyse kuruttuğunu unutuyor.
Ne diyor ikinci ilke: Su en temel insan ve yaşam hakkıdır, özelleştirilemez.
Peki ne diyor Halkın Partisi kendi tüzüğünde: “Borularla gelen suyun kullanımı ve dağıtımı (işletilmesi) kktc halkının yararı doğrultusunda kamu/belediye ve özel işletmelerin de içinde olacağı bir konsorsiyum modeli ile çözümlenebilir.” Yani Halkın Partisi CTP ve UBP’li bakanların Ankara’da görüştükleri metindeki kamu-özel modelini benimsiyor. Ancak bu modeli deneyen tüm ülkelerin modelin özelin istismarına her zaman açık olmasından dolayı kamu-kamu modeline döndüğü unutuluyor.
Ne diyor üçüncü ilke: Su, evsel ve tarımsal kullanıma mümkün olan en düşük ve kar içermeyen fiyattan ulaştırılmalıdır.
Peki ne diyor Halkın Partisi kendi tüzüğünde: “İçme-kullanma-sulama su fiyatları kktc yetkili makamları tarafından belirlenmeli ve denetlenmelidir.” İlk görüşte arada fark yok gibi görünse de yetkili makam kavramının illa kamusal bir yetkiyi içermeyebileceği, yetki verilecek kktc’ye kayıtlı özel bir şirketin de pek tabii yetkili makam olabileceği unutulmamalıdır. Kaldı ki yukarda da belirtildiği gibi Halkın Partisi suyun özelleştirilmesine tümden karşı çıkmamaktadır.
Ve ne diyor dördüncü ilke: Suyun ve su kaynaklarının yönetimi ve işletmesi Kamu tarafından yapılacak, su evsel kulanım için belediyelere, tarımsal kulanım için üreticilere belirlenen standartlar üzerinden kamu tarafından ulaştırılacaktır.
Peki ne diyor Halkın Partisi yine kendi tüzüğünde: “Karma bir model olarak tasarlanacak bu yapıda –(kamu-özel modeli kastediliyor) yerli yatırımcıların belirli oranda dâhil olacağı; tekelleşmeye neden olmayacak; belirli oranda bir yerli istihdamı mecbur kılan; ve merkezi idarenin ya da belediyelerin de belirli bir rol üstlenleneceği bir düzenlemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.” Yani Halkın Partisi suyun yönetiminde ve işletilmesinde kamuya ve belediyelere ne anlama geldiği pek belli olmayan –belirli- bir rol biçiyor. Bu rolün merkezi değil tali olacağı ise yukardaki yazılanlardan açıkça anlaşılmakta.
Sözün kısası daha önce de Ankara Değil Lefkoşa sitesinde gerek haber olarak gerekse de makale biçiminde defalarca dile getirildiği gibi Halkın Partisi Kıbrıslı Türk halkının varoluş mücadelesindeki son halka olan su hakkı kavgasında bir taraftan muhalif bir poziyon alıyor gibi görünse de, bu kavgada bile Kıbrıslı Türklerin öz iradelerine ve yönetimlerine değil sermayeye alan açtığını gerek başkanının ağzından çıkan sözlerle, gerekse de tüzüğünde yer alan cümlelerle açıkça beyan ediyor. O yüzden başlıktaki soruyu şu şekilde sorarak bitirelim yazıyı: “Halkın Partisi Su Platformu’nda neden yer alsın ki?”
Fatih Bayraktar