Neil Faulkner Marksist Dünya Tarihi kitabında tarihi üç itici gücün oluşturduğunu söyler; 1) bilgi birikimi, teknoloji ve üretim, 2) üretim artıklarının paylaşılmasına yönelik yönetici sınıflar arasındaki çatışma, 3) yine üretim artıklarının paylaşılmasına yönelik sınıflar arasındaki çatışma.
Tarihi kayıtlara geçen ilk grev olan Antik Mısır’daki taş işçilerinin daha fazla dinlenme talep ederek iş bırakmasından, bugünün sendikal mücadelelerine kadar tarihin bu üç itici güç temelinde benzer dinamiklerle ilerlediğini görüyoruz. Ve biliyoruz ki herhangi bir toplumsal hareketi ideolojik anlamda tanımlayan özellikle üçüncü itici güçle ilişkili olarak nerede konumlandığıdır.
Bu bağlamda Kıbrıs’ın kuzeyinde şu andaki tarihsel noktada yeni kurulan Halkın Partisi’nin (HP) işlevinin ne olacağını ve nerede konumlanacağını daha iyi anlamak emek hareketi açısından önemlidir. Öncelikle kurucu üyelerden hareketle partinin bilgi birikimi olan insanlardan oluştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu insanlardan bazılarının üretimin sermaye kanadını temsil ettiği de göz önüne alındığına, bulunduğumuz coğrafyada siyasi tarihin (en azından parlamenter düzeydeki siyasetin) akışını değiştirebilecek bir unsurla karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir. Bu yüzdendir ki örneğin birkaç yıl önce kurulan Ulusal Adalet Partisi’ne neredeyse hiç tepki verilmemişken, HP’nin kuruluşu özellikle CTP kitlesinde oldukça geniş yankı bulmuştur. Bununla ilişkili derinlemesine bir analiz için yine bu sitede yayınlanan Münür Rahvancıoğlu imzalı “Yeni Siyasi Parti ve Korkulması Gereken” makalesine bakılabilir.
Gelelim tarihin diğer itici iki unsuruna göre HP’nin nerede konumlandığına: Parti programında net bir biçimde HP’nin bütünlüklü bir piyasa ekonomisini savunduğu yazılıdır. Nedir piyasa ekonomisi? Üretimin ve üretilenin dağıtımının arz-talep dengesinde şekillendiği, alınan hizmet ya da malların fiyatlarının serbest biçimde belirlendiği ekonomik sistem. Bu bağlamda yeni kurulan partinin ekonomi politikalarını temel olarak neo-liberal kuralların belirleyeceğini ön görmek yanlış olmayacaktır. Kaldı ki partinin kurucusu Kudret Özersay katıldığı bir televizyon programında özel sektörde sendikalaşmanın devletin yapacağı denetimlerden daha önemli olmadığını belirterek emek hareketine olan bakış açısını net bir biçimde ortaya koymuştur. Dahası partinin kurucuları arasında yukarda da belirtildiği gibi birçok iş insanının olması, HP’nin iktidara geldiğinde kimden yana tavır alacağının diğer bir açık göstergesidir.
Parti programında dikkat çeken diğer bir unsur ise emekçilerin yer aldığı tüm alanların (üniversiteler de dahil) “sektör” olarak adlandırılmasıdır. Bu, kktc siyasi tarihinde hükümet olmuş neredeyse tüm ana akım partilerin (CTP, UBP ve DP) algısının bir devamıdır. Bugün üniversitelere, inşaata, turizme sektör gözüyle bakıldığı için taşeronlaşma kendi birliğini oluşturacak kadar güçlenmiş, güvencesiz ve sendikasız çalıştırma Bağımsızlık Yolu “Sendikasız Çalıştırılmak Yasaklansın” mücadelesini örene ve yükseltene kadar da norm kabul edilmiş ve tartışılmaya gerek bile görülmemiştir. Bu nedenledir ki HP’nin olası bir iktidarı durumunda –her ne kadar parti programında işçi haklarının korunacağı yazılı ise de- emekçilerin sermayeye karşı savunulmayacağı bellidir.
Faulkner’le başladık, yine onunla bitirelim. “Tarih…” der Faulkner “…bazen ağır ağır ilerler, bazen de devrimsel dönüşümlerle”. HP bu coğrafyadaki tarihin akışını ağır ağır mı ilerletecek yoksa devrimsel dönüşümün koşullarını kendi elleriyle mi yaratacak göreceğiz. Ama biz devrimciler doğru tahlillerle ve doğru pratiklerle emek hareketinin yanındaki konumlanışımızı sürdüreceğiz.
Fatih BAYRAKTAR