Son günlerin en başat gündemi, Akıncı’nın garantörlük meselesi bağlamında dile getirdiği “Kıbrıslı Türkler olarak sığınacak tek liman var o da Türkiye’dir.” sözleri ve bunun doğurduğu tartışmalar…
Gelin itiraf edelim; Kıbrıslı Türk solunun en zayıf karnı, bu garantörlük meselesidir belki de…
Bunun sebebi çok açıktır; Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü, gerçekten de, Türkiye’nin öyle veya böyle güvencesinin olmadığı bir çözümü ya baştan reddediyorlar, ya da en iyi ihtimalle böyle bir durum karşısında ihtiyatlı davranmayı tercih ediyorlar…
Sağcıların, ve sol liberallerin söylediği biçimiyle dile getirirsek, “halk garantörlük konusunda hassas”…
O yüzden garantörlük meselesi ne zaman gündeme gelse, çözüm güçleri arasında ortaya şöyle bir tablo çıkıyor :
Sol liberaller, “temiz” liberaller ve -mevcut örnekte Akıncı’nın da dahil olduğu gibi- sosyal demokratlar, “halkın hassasiyetleri bu yönde, eğer garantörlük ortadan kalkarsa, çözüm olmaz” diyorlar…
Radikal sol ise, ikiye ayrılıyor : Bir tarafta, herhangi bir kitleselleşme ve halkı dönüştürme gayesi taşımıyormuşçasına, tepeden bir şekilde “garantörlüğe gerek yok, zaten garantör dediğin şey işgalci, işte gördünüz mü bak Akıncı da sağa kaydı, hikayedir işimiz” diye söylenerek, her zaman olduğu gibi tek yaptıkları görevi yerine getirip, mızmızlanmakla yetinenler…
Diğer tarafta ise, ideolojik olarak soyut bir “Kıbrıslılık” söylemi üzerinden, “bizim garantörlere ihtiyacımız yok, bizim garantörlük gibi bir hassasiyetimiz yok, bütün Kıbrıslılar ne güzel kardeş kardeş yaşarız” diyerek, sanki ortada bir Kıbrıslı Türk halkı ve onun gerçek kaygıları, endişeleri ve arayışları yokmuş gibi, bunları hiçe sayıp altı boş bir “barışçılık” ve “ortaklaşma” siyaseti güdenler…
***
Ancak benim bu yazıda asıl üstünde durmak istediğim şey, sol liberallerin, “temiz” liberallerin ve sosyal demokratların öne sürdüğü -ve en çok kabul gören açıklama olan- “halk zaten bu konuda hassas, garantörlük olmazsa, olası bir referandumda hayır çıkar” açıklaması…
Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi, Kıbrıslı Türk halkının bu konuda bir hassasiyetinin olduğu doğru. Bu hassasiyetin nasıl oluştuğunun ve Kıbrıslı Türklerin, kendi başlarına bunca bela açan “garantörlere” ve özelde Türkiye’ye neden bu kadar çok bel bağladığının sebepleri de apayrı bir tartışma konusu…
Ancak ortada inkâr edilemeyecek bir gerçek var ki, samimi bir şekilde çözüm yanlısı olan ve birleşik bir Kıbrıs özlemi duyan Kıbrıslı Türkler içinde bile azımsanmayacak sayıda kişi, garantörlüğü, en azından bir noktaya kadar, gerekli görüyor…
Peki bu durumda ne yapmalı ?
Radikal sol içindeki bazı grupların yaptığı gibi, bu gerçek hassasiyeti anlama ve dönüştürme gibi bir kaygıya hiç girmeden, “zaten garantörlükler lüzumsuz” diye söylenmeye devam mı etmeliyiz; yoksa sol liberallerin, “temiz” liberallerin ve sosyal demokratların yaptığı gibi “halk bu konuda hassas, elden ne gelir” diyerek başımızı öne mi eğmeliyiz ?
Yapılması gereken şey, kanımca şöyle : Evet, garantörlük konusunda Kıbrıslı Türk halkı içinde bir hassasiyet olduğu ortada; ancak garantörlüklerin sürdürülmek istenmesinin temel sebebi, bu hassasiyetin kendisi değil; zira eğer halkın hassas olduğu her konuya egemenler ve sistem partileri böyle boyun eğseydiler, bugün Kıbrıslı Türk halkı içindeki çok büyük bir çoğunluğun son derece hassas olduğu özelde sendikalaşmanın sağlanması; asgari ücretin ciddi şekilde yükseltilmesi; başta özel sektör olmak üzere çalışma hayatındaki maaş, ücret, özlük hakları, mesai saatleri ve genel anlamda çalışma koşullarına ilişkin korkunç adaletsizlikler, yasadışılıklar, suistimaller ve o korkunç sömürü ortamının ortadan kaldırılması da hemen gerçekleşirdi…
Ancak ne tuhaftır ki, halkın hassasiyetleri ne zaman ki egemenlerin de işine geliyor, o zaman bu hassasiyetler baş tacı ediliyor; ve halkın hassasiyetleri ne zaman ki egemenlerin ve sistem partilerinin işine gelmiyor, o zaman halkın hassasiyetlerine burun kıvrılıyor…
Kıbrıslı Türklerin çok büyük bir çoğunluğu özel sektörde çalışırken, ve bu özel sektör çalışanları o korkunç çalışma koşulları içinde inim inim inleyip özelde sendikalaşmanın zorunlu hale getirilmesini talep ederken, sol liberaller ve “temiz” liberaller binbir dereden su getirip “yani evet özelde çalışma koşulları kötü ama zorunlu olmasına da gerek yok tabii; bırakalım dileyen dilediğini yapsın; yani tamam biliyoruz özel sektör çalışanları, isteseler de sendikalı olamıyorlar çünkü üzerlerinde korkunç bir patron baskısı, işini kaybetme korkusu ve geçim kaygısı var, ama yani sonuçta özelde sendika zorunlu olmamalı yani değil mi ama ?” diyorlarken; söz konusu “garantörlük” meselesi olunca, bir anda “aman efendim, halkımız böyle istiyor” diye “halk şakşakçılığı” yapmaya başlıyorlar…
İnsan bir kıllanmıyor değil; haliyle “ne oldu da benim çok daha yaşamsal olan diğer hassasiyetlerime kıymet vermeyen bu partiler, bir anda benim garantörlük hassasiyetimi baş tacı ettiler, bu işte bir hinlik olmasın” diye düşünüyoruz…
İşte noktada yapılması gereken şey, “aman efendim halkımız garantörlük konusunda çok hassas” diyen takım elbiseli zatların omzuna elimizi şöyle bir atıp, “sen bir gel bakalım buraya, ben bilmezdim benim hassasiyetlerime bu kadar değer verdiğini; madem bu kadar değerli benim hassasiyetlerim, gel biraz da seninle özel sektörde sendikalaşmayı konuşalım, rezil bir seviyede olan asgari ücreti konuşalım, elimden aldığın kamusal sağlık ve eğitim hakkımı konuşalım, elimi attığım her şeye para ödememe neden olan bu gittikçe piyasalaşan ve zenginliği küçük bir azınlığın elinde toplayan koşulları bir konuşalım, biraz da gel bunlara hassas ol” diyelim…
Bizler, Kıbrıslı Türklerin hassasiyetlerini ne görmezden gelip kendi küçük grupçuklarımızda kendimiz çalıp kendimiz oynayacağız; ne Kıbrıslı Türk halkı diye bir şey ve onun kaygıları yokmuş da “hepimiz Kıbrıslıyız” gibi bir hayal aleminin peşinde kendimizi kandıracağız; ama ne de, egemenlerin ve ister “temiz” olsun ister kirli, sistem partilerinin kendi siyasi hesaplarının sofrasına, bu halkın gerçek hassasiyetlerini meze edeceğiz…
Bu halk, kendi kaygılarını ve endişelerini, yine bizzat kendi özgücüne inanarak, hiç kimseye bağımlılık ve minnet duymadan gidermesinin de yolunu bulacaktır elbette…
Ve bunu başarmanın yolu, ne bu halkın kaygılarını suistimal edip kendi siyasi hesaplarına alet edenlerden; ne de bu kaygıları tamamen yok sayıp ahkâm kesenlerden geçer…
Başka bir yol vardır, ve biz o yolu yürüyeceğiz !
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu