Lefkoşa’da DP-UG’ye mensup bakan ve milletvekilleri ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyen Serdar Denktaş Başbakan Yardımcılığı, Ekonomi, Turizm, Kültür ve Spor Bakanlığı görevinden istifa ettiğini açıkladı.
Hatırlanacağı üzere Futbol Federasyonu’nun KOP’a üyeliği meselesinde federasyon ve halkın karşısında, TC hükümetinin yanında duran, adanın kuzeyinde kültür ve sporu Türkiye’ye bağlayacak Koordinasyon Ofisi’ne imza atarak halka karşı icraatlarını sürdüren Denktaş, ayrıca Türkiye’ye giderek halkımızın onurlu duruşu için Türkiye’den özür dileyerek büyük tepki çekmişti.
Düzenlenen toplantıda partisinin hükümetten çekilmediği, sadece kendisinin istifa ettiğini belirten Denktaş, halktan gelen tepkinin farkında olmasına rağmen, halka karşı TC ile işbirliği politikasından da vazgeçmediğini konuşmaları ile belli etti.
Ayrıca Denktaş DP-UG isminden partinin yeniden DP’ye döneceğini, CTP-BG kurultayı sonrası da partisinin hükümette kalmaya devam etmek istediği de, Denktaş’ın açıklamalarında öne çıkan bir konu oldu.
Serdar Denktaş’ın yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:
Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları belli olduktan sonra yaptığım ilk açıklamada, seçilen Cumhurbaşkanımız Sayın Akıncı’yı selamlarken, “halkın sandığa yansıttığı değişim taleplerini değerlendireceğimizi ifade ederek, seçimlerden istediğimiz başarıyı elde edemediğimizi ve halkın mesajını aldığımızı da açıklamıştım.
Sanırım o akşam söylediklerim seçim sonrası sıradan bir açıklama gibi algılandığından basın mensubu arkadaşlar ve kamuoyu çok fazla üzerinde durmamışlardır.
Reform hükümeti adı altında ve reform iddiasıyla kurduğumuz hükümetin başarılı olduğunu ne kadar iddia etsem de, kamusal alanda böyle bir başarı algısı söz konusu değildir.
Yapılan birçok icraat olmasına rağmen, halkımızın temel değişim taleplerini karşılayamadığımız bir gerçektir. Esasında seçmenin son yapılan tüm seçimlerde siyasetçiye verdiği mesaj, ‘değişim ve hesap verme’dir.
Demokrasilerde en büyük karar halkın kararıdır. Halkın kararına saygı duymak zorundayız.
Her şeyden önce açıkça kabullenmeliyim ki, hayal ettiğim ve muhalefet yıllarımda da ulaşılması gereken hedef olarak ortaya koyduğum KKTC yönetiminden bugün oldukça uzaktayız.
İki yıla yakın süredir yürüttüğüm görev esnasında bir önceki hükümetten devraldığımız sosyal yıkıntıyı düzeltmeye çalışırken aslında halkımızın da başka bir boyuta taşındığı, hükümet olarak sunmaya çalıştığımız ile talep edilen arasında farklar olduğu gerçeği ortada durmaktadır.
Halkımızın bir kısmı esasen bizim Parti olarak yıllardan beridir söylediğimiz ama başaramadığımızı da kabul etmemiz gereken iyi yönetimi özlerken, bir başka kısmının geçmişten kalan alışkanlıkların devam ettirilmesinden ve düzenin bu kez kendileri leyhine çalışmasından yana olduğunu; bu ikilemin yarattığı kafa karışıklığı içerisinde de gereken çalışmanın yapılamadığı gerçeğini de artık görmemiz gerekmektedir.
Bir gerçek vardır ki bu düzen bu sistem böyle devam edemez. Siyasete yön veren, karar ve uygulama mekanizmasının başında oturanların sürekli halk tarafından seçim yoluyla değiştirilmesine rağmen “kötü yönetim” süredurmuş ve iyi yönetememek KKTC siyasetinin bir özelliği haline gelmişse, bunun tek suçlusu KKTC siyaseti ve siyasetçisi değildir.
Zaman içerisinde “programa göre bütçe “oluşturma yerine “bütçeye göre program” oluşturma zorunluluğunun bizleri günübirlik ve hedefsiz bir hükmetme pozisyonuna soktuğu bu düzen sürdürülebilir bir düzen olmaktan çok uzaktır.
Sorunun bir bacağının siyaset sistemimizin kurgulanmasında ve işlevinde bir diğer bacağının ise Türkiye ile olan ilişkilerde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Buna da az sonra değineceğim.
Öncelikle siyaset sistemimizle ilgili olarak.
Seçim sistemimiz maalesef işlevini yitirmiş, halkın demokratik taleplerini karşılayamaz duruma gelmiş ve de en kötüsü demokratik denetim mekanizması dışına çıkmıştır.
Meclisimiz, Milletvekillerimiz ve Bakanlar itibarlarını süratle yitirmekte, bunun bir sonucu olarak devlete olan inanç, sevgi ve bağlılık her geçen gün erozyona uğramaktadır.
Siyasetçinin bunu görmezlikten gelmesi ise bu algıyı her geçen gün daha da güçlendirmektedir.
Bu gidişe dur demeyi daha fazla ertelemeden, atılması gereken adımları atmamız gerektiğine inanıyorum.
Artık Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla denetim, daha fazla insan hakları, daha fazla fırsat eşitliğine gidecek yolda adımlar atmanın zamanıdır.
Bu yönde atılacak ilk adım ise, Yürütme ile Yasamanın ayrıştırılmasıdır. Bunu daha fazla erteleyemeyiz.
Milletvekilleri milletin kendilerine verdiği temsiliyet görevini Yüce Meclisimizde yerine getirirken hangi partiden olursa olsun Yürütmenin denetlenmesi, eleştirilmesi, doğruya yönlendirilmesi, halkın şikayetlerini dinleyerek demokratik ve hukuk devleti bilinci içerisinde çözüm bulmak için uğraş vermeleri, demokrasimizin gelişmesi, halkın beklentilerine cevap vermesi ve sorunların çözümü için ilk adım olacaktır.
Siyaset mekanizmasını halkın beklentilerini çözmek için çalıştırmak zorundayız. Bugün siyaset mekanizmasıyla ilgili algı bunun tam tersidir. Bunu da hiç çekinmeden söylemeliyiz. Halk bugün siyasetçiyi “sadece kendi çıkarları için çalışan bir grup” olarak görmektedir. Bu algıyı yıkmak hepimizin görevidir. Çünkü bu halkın temsilciliği bize babamızdan kalan bir miras değil, çocuklarımızın geleceğini daha güzel şekillendirebilmek için verilen bir görevdir.
Anavatan Türkiye ile ilişkiler boyutuna gelince
Türkiye’deki siyasal partiler, KKTC’deki herhangi bir parti ile daha yakın ilişkiler içerisinde olabilirler. Bunu çok normal ve siyasetin gereği olarak tanımlarım. Nasıl ki Sosyalist Enternasyonal veya Avrupa Demokratları kendilerine yakın partilerle işbirliği içerisinde olabiliyorlarsa, Türkiye’deki partiler de burada kendilerine yakın gördükleri partilerle işbirliği içerisinde olabilirler.
Yine ayni şekilde bilmeliyiz ki, bu günkü koşullar içerisinde Anavatandan gelen mali yardım olmasa birçok projemiz hayata geçemez ve yaşam kalitemiz önemli oranda bundan zarar görür. Kendi kendimize yeterli hale gelebileceğimiz ortam oluşturulmamıştır ve kendimizin yaratacağı ekonomik devinim koşullar değişmedikçe kendimize yetmeyecektir.
Olaya Türkiye kanadından baktığımızda burada neyi şikayet etmekte olduğumuz anlaşılamamaktadır. Şikayet ettiğimiz esasında Türkiye’nin tavrı değil, Anavatanın burada görevlendirdiği bireylerin tavrı ve konulara yaklaşımıdır.
Bu nedenle diyoruz ki anavatan Türkiye’nin hiçbir bürokratı, burada Kıbrıs Türk Halkının demokratik iradesinin üzerinde olamaz. Bazı bürokratların bu yöndeki davranış ve söylemleri çok hızlı şekilde halkımız arasında yayılmakta,zaman zaman çarpıtılmakta ve bu nedenle Kıbrıs Türk halkının Anavatana olan bağlılığında zayıf halkalar ortaya çıkmaktadır.
Kıbrıs Türk Halkı kendi seçtiği vekillerinden, kendisi hesap sorar. KKTC anavatan ilişkilerini yıllardır istenilen düzeyde oluşturamamamızın sıkıntılarının bedelini hep,KKTC siyasetçisi ödemiştir.
Bugüne kadar, Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söylerken hiçbir şekilde Türkiye karşıtlığı yapmadım. Anadolu insanının Kıbrıs Hassasiyetinin önemine her zaman vurgu yaptım. Egemenliğe, birine karşı durmak için değil, kendi ihtiyacımız olduğu için, bizim olduğuna inandığım için sahip çıktım.
Her seçilene bir seçilmiş olarak saygı gösterdim ve saygı bekledim. Atanmışlar ile ilişkilerimde halkımın bana verdiği görevin bilinci içinde görüştüm. Kimsenin önünde eğilip bükülmedim. Bu nedenle de her dönem bazı çevreler tarafından istenmeyen siyasetçi ilan edildim.
1996 yılından beridir TC Yardım Heyeti işleyiş mekanizmasındaki yanlışlığa dikkat çekerek, ya bunun değiştirilmesi ya da artık ortadan kaldırılması gerektiğini her fırsatta gündeme taşıdım ve ilgililerle tartıştım. Kıbrıs Türk Halkının ihtiyaç ve beklentilerini belirleme hak ve sorumluluğu KKTC siyasetçisi ve özel olarak hükümetin boynuna asılmıştır. KKTC siyasetçisinin halka verdiği sözler vardır. Bu sözler doğrultusunda hedef ortaya konulması bu mekanizma tarafından engelleniyorsa, kişisel ilişkiler veya karşıt düşünceler çerçevesinde hedeflerinizin hayata geçirilmesi konusunda önünüze engeller rahatlıkla çıkartılabiliyorsa bu koşullar altında hükümette oturmanın da bir anlamı yoktur.
Bu kurum artık işlevini ve görev tanımını aşmış, sistemin ana aktörü konumuna ulaşmıştır. Kurduğumuz sistem içerisinde hükümet gücüne paralel ve bazen daha da güçlü konumda görülen TC Yardım Heyeti olgusunun siyasal otoriteyi nasıl bozduğunu, dağınık bir hiyerarşik yapı oluşturduğunu ve bu durumun hem ülkemizin ulaşması gereken hedefe ulaşmasını engellediğini, hem de halkımızın Anavatan Türkiye ile ilişkilerini bozduğunu görmek ve tartışmak durumundayız. Burada bulunmasının nedeni ekonomik kalkınmamıza destek sağlaması gereken bir kurum içerisindeki bireyler, KKTC halkının demokratik iradesini hiçleştirmeye neden oluyorsa bunun artık kamuoyu önünde konuşulmasının zamanı gelmiş demektir.
Mesele Türkiye’den gelen mali katkının hiçbir denetime bağlı olmadan kullanılması değil, ülke ihtiyaçları doğrultusunda kullanıldığının denetlendiği ancak kaynağın doğru harcandığı bir sistem oluşturmaktır.
Olması gereken, Türkiye’den gelen katkıların Türkiye ile Gümrük Birliği’nin tam olarak sağlanması yönünde var olan eksiklerimizin tamamlanması için kullanılması ve bu sayede büyüyecek ekonomik pastadan bütçemizi nemalandırarak kendi ayaklarımız üzerinde duracak yapının oluşturulmasıdır.
Bunun hayata geçmesi bizim iki devletten oluşan federal bir yapıya geçerek dünya ile bütünleşebilme önündeki tüm ekonomik ve siyasal tehditleri ortadan kaldıracaktır.
Değerli basın mensupları
Son zamanlarda halkımızda, bir toplum mühendisliği projesiyle karşı karşıya olduğumuz algısı güçlenmektedir. Bu algı güçlendikçe demokrasiye olan inanç, demokratik kurumlarımıza olan güven azalır, siyaset alanı itibarsızlaştırılır, demokrasi dışı müdahaleler meşrulaştırılır, devletimize olan bağlılık erozyona uğrar.
KKTC siyasetçisinin az önce bahsettiğim iki bacakta da gerekli adımları atmamasından kaynaklanan bu durumun önüne geçmeliyiz.
Yani özetle, siyasetçi kendi geleceğini garanti altına almak için anavatan Türkiye’nin ister siyaset kurumlarından, isterse bürokratlarından gelsin her isteğe katıksız şartsız evet demesi etrafında şekillenen bir durumdur bu. Hem seçim sistemimizden hem de anavatanla olan ilişkilerden beslenen bir durumdur. Bu durum, ne anavatanımızın ne de Kıbrıs Türk halkının çıkarınadır.
Değerli basın mensupları,
Bu tanımladığım ortam içerisinde hükümetteki görevimi yürütmeye çalışmanın bir anlamı kalmamıştır. Bütün bu sorunları tanımlayıp sonrasında orada oturmak kadar çelişkili bir durum olamazdı. Bu nedenle bugün bu toplantı sonrasında görevimi Başbakana iade ederek yerime Önümüzdeki günlerde belirleyeceğim bir arkadaşımı atayacağımı kendisine duyuracağım.
Az önce tanımladığım sorunların çözümü için ilk atılması gereken adım olarak Yasama ile Yürütme arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanması ve her bir işlevin hakkını verebilmesinin olmazsa olmaz bir koşul olduğunu söylemiştim.
Bunun bir gereği olarak bizler milletin vekilleri olarak Önce Yüce Meclisimize dönüp, orada artık içinden çıkılmaz duruma gelen sorunlarımızın bir bölümünü olsun çözmek adına öncelikle Kamu Görevlileri Reform Yasası, Siyasal Partiler Değişiklik yasası ve Belediyeler yasasını acilen Meclisimizden geçirmeliyiz.
Bu üç yasanın dışında, Seçim ve Halk Oylaması Yasası değiştirilmeden seçime gitmek halkın demokratik iradesine hiçbir saygının olmadığını göstermek demektir. Bu yasa değişmediği müddetçe, siyasal yaşantımızdaki sıkıntılarımız devam edecektir.
Buna bağlı olarak ben görevimi iade ederken, Partimi temsilen Bakanlar Kurulunda görev yapan arkadaşlarımın üstlendikleri görevleri devam ettirmelerini kendilerinden rica ettim. Şu an görevde bulunan hükümetin, ortağımızın kurultayı sonrasında yerini yeni bir hükümete bırakacağı artık aşikardır. Bu nedenle topyekün bir istifaya giderek yeni bir kargaşa yaratmanın Devlet yönetimi anlayışımıza ters düşeceği düşüncesinden hareketle, hükümette partimizi temsil eden arkadaşlarımızın görevlerine devam etmeleri ve benim Parti Başkanı olarak partimizin vizyon ve yenilenme çalışmalarına konsantre olarak çalışmam parti MYK’sı tarafından da onaylanmıştır.
Yeni hükümet oluşumunda partimize görev düşmesi halinde Yasama-Yürütme arasındaki ilişkileri yeniden düzenlememiz gerekecektir. Gerek partilimiz gerekse Milletvekillerimiz bu süre içerisinde değişimin ilk adımı olarak belirlediğimiz bu hususu tartışarak bir karara varmak durumundadır.
Ben, Parti Başkanı olarak gerek partimizin yenilenmesi projesine gerekse KKTC iç siyasetini yeniden düzenlemek adına çalışmalarıma devam edeceğim.
Kısa bir süre sonra tamamlayacağımızı umduğum Parti Tüzük ve program yenileme çalışmaları sonrasında gerçekleştireceğimiz Kurultayımızda DPUG yeniden DP adı ile güçlenerek ve yenilenmiş bir yapı ile halkımızın huzurunda vizyonu doğrultusunda çalışmalarını devam ettirecektir.
Bu vesileyle bir konu hakkında da halkımızı bilgilendirmek istiyorum. Uzun müddetten beridir Kurucu Cumhurbaşkanımızın Anıtı’nın yapılmaması hususu rahatsızlık yaratmıştır. Yapılan yarışmada birinciliği kazanan ancak ailece içimize sinmeyen proje ilgili kişilerle görüşülerek değiştirilmiş, proje masrafı için gerekli miktar bloke edilmiş ancak içinde bulunduğumuz hafta başında projeyi kazanan kişiler anıtı yapmaktan vazgeçtiklerini tarafımıza bildirmiştir. Hemen yeni bir proje belirleyerek ve bu kez Denktaş Vakfı olarak gönüllülerin katkıları ile Anıtı bir an önce bitirmek üzere çalışmalarımızı başlatmış bulunuyoruz. Halkımızı bu konuda da zaman zaman vakfımız yolu ile bilgilendirmeye devam edeceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle bugün kamuoyu önünde bir müddetten beridir sürdürmekte olduğum Başbakan Yardımcılığı görevimden istifa ettiğimi bildirir hepinize saygılar sunarım.
Serdar DENKTAŞ