“HALK PLAJLARA SALDIRDI, VATANDAŞA YER KALMADI”-Salih Batak

Başlıktaki alıntı, eski bir Türkiye gazetesinin haberinden (ç)alındı. Ve geçenlerde özel işletmelerin işgal ettiği deniz kıyılarından bir tanesine beleşe girmek için giden arkadaşlarımızın videosu yayınlandıktan sonra bu olay; toplumun çok büyük bir çoğunluğu tarafından takdir edilirken, bir kaç “ayrıcalıklı” arkadaşın konu üzerine yaptığı eleştirel yorumu duyunca aklıma başlıktaki söz geldi.
Yorum özetle, eğer bu otellerin işgal ettiği kıyılardaki ücret kaldırılırsa, alt sınıflar olarak tabir ettiğimiz insanların plajlara akın edeceğinden şikayet ediyordu…
Bu eleştirel yorumlar ekseriyetle, bir kaç yıl önce ülkemizde yine haberi yapılan denize kundura ve donla giren birinin haberine atıfta bulunuyor herhalde…
Elbette bu yazı denize donla girilmesi gerektiğini savunmayacak ancak belirteyim kimseyi rahatsız etmedikten sonra herkes dilediğini yapabilmelidir.
Aslında bu noktada konuya bakış açısı önemli. Yani mevzu, bahsedilen çerçevede denize yaşadığımız kültürel normların uygun gördüğü şekliyle girebilmek mi? Yoksa, halkın olan bu kamusal alanların sermayeye hediye edilerek bize pazarlanması mı?
Daha açık bir ifade ile denizlerde özel işletmelerin verdiği, güzel ve modern tesis hizmetlerinin, devletin alternatifi olmadığı için onaylanıyor. Ancak aynı para ile denize girmeye de karşı çıkılıyor.
Ancak bunlar pratik meselelerdir ve yapılan eleştirilere nazaran pratik önlemlerle halledilebilinir…
Örneğin, denize girilmesi ile denizdeki tuvalete girilmesi arasında fark vardır. Tesisin tuvaletini kullanmanın maddi bir karşılığı olabilir ama bu varsayımsal olarak önceden talep edilemez…
Bu konuya dair yapılan eleştirel yorumlarda görünüyor ki; kamu, kamusal alan denince (toplumsal olarak bakıldığı zaman) algılama konusunda bulanıklık yaşıyoruz. Çünkü özel alanlarımıza ilişkin yüklediğimiz anlam ve takındığımız aidiyet duygusunun, kamusal olanı sahiplenmeye yönelik işlevselliği olmadığı ortada… Nitekim özel alanlar kişinin kendi rızası ve iradesi doğrultusunda, kamusal alanlar ise daha müşterek kullanıma dayanıyor.
Kapitalist sistemin dayattığı yönetim anlayışı insanları bireysel menfaatleri ve taşıdığı kültürel yaşam biçimi ile elinde olanla yetinmesini emrederek, ahlaki ve siyasi hiçbir sorgulama yapmamasını sağlıyor.
Bunun en belirgin sebeblerinde bir tanesi kamu malı denince, devletle ilişkilendirmemizden kaynaklanır.
Ülkemizde devletin özellikle son yıllarda neo-liberal politikaları sayesinde özelleştirmelerle halka ait olan kurum ve toprakları sermayedarlara devretmesinin insanlara dayattığı yaşama biçimi ve “devlet mi topluma hizmet eder”… Yoksa “toplum mu devlete” ikileminin zihnimizde yarattığı karmaşıklık, kamusal olanı yanlış yorumlamamıza sebep oluyor.
Kamusal olan senindir aslında…
Uygulanan politikalar sayesinde -devletçi bir mantıkla dahi düşünülecek olsak, toplumun devlete hizmet etmesi gerekir mantığı yanlıştır… Kaldı ki devletin halkın malını kollayan ve onu hizmet olarak sunmak için kendinde hissetmediği sorumluluğu, itiraz etmek yerine durumu olduğu gibi kabullenmemiz bize sağlıklı bir bakış açısı sunmaz!
Kaldı ki hukuki açıdan bakıldığı zaman kamusal alanların, özelin kullanımına açılması dahi anayasayı ihlal eden bir durumdur…
Çünkü kamu, toplumsal biraradalığı – yani halkı ifade eder. Kamusal olan ise halkın olan demektir. Ve ayrıca kamusal olan herhangi bir sebeple hiçkimseye sınıfsal veya sosyal ayrıcalık tanımaz. Kullanımında –verilecek hizmet dışında maddi hiçbir beklenti sağlanamaz…
Herkese açıktır. Toplumsal olarak kollektif bilincin örgütlenmesinde en önemli yeri tutan sosyal ortamları sadece ticari ortamlarla karşılamaya çalışmak toplumda kutuplaşmayı sağlar… Ve sonucunda ise görüldüğü gibi yapılan tartışmalar, birbirini dışlayan bir pozisyona iter…
Parası olanın dilediği gibi yaşayıp, kendi rahatlığı için alt sınıflar üzerinde ahkâm kesmeleri kadar acımasız bir durum çıkar ortaya…
Devlet eliyle örgütlenmiş sermaye sınıfına dair dokunulmazlık içgüdüsünü ve kollektif önyargıları yayınlanmış bir video ile kırmak ne kadar sevindirici ise bu olayı takdir edenlerin samimiyetini görmek de bir o kadar önemlidir. Yani yine halktan birinin bunu sürdürmesi ve söz konusu işletmelerin kamusal alanlarla ilgili para telebinde bulunmalarını engellemek önemli bir adım olacaktır.
Alt sınıflara yönelik hırçınlaşmanın ve kendisine ayrıcalıklı bir yaşam alanı kurmak yerine, öncelikli olarak kamusal sorumluluklarımızın bilincine varıp, bizim olana sahip çıkmayı görev edinmeliyiz.
Sonrasında zaten “don”u anca lüks markaların vitrinlerinde görürüz!

Salih Batak

Bağımsızlık Yolu