Hayatımızı insanca idame ettirebilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz, yaşamsal öneme sahip haklar hızlı bir şekilde piyasalaştırılıyor. Devleti idare edenler, her yurttaşa ulaştırmakla yükümlü oldukları temel görevlerini sermayenin yeni kar alanları olarak yeniden düzenliyor ve pazarlıyorlar. Kamuya ait hemen her kurumun iş yapamaz hale gelmesi için planlı ve hummalı bir çalışma(ma) var.
Sosyal Devlet Eriyor, Sermaye Büyüyor…
Öyle ki, halkı sosyal güvencelerden yoksun bırakan bu süreç daha hızlı işlesin, sekteye uğramasın diye birçok kamusal alana kaynak ayrılmazken, bunların muadili özel kurumlara çeşitli muafiyetler, krediler ve imtiyazlar yoluyla “yürü ya kulum” deniyor.
Yetmezmiş gibi, kamu kurumları siyasilerin parti çıkarları uyarınca şekillendirdiği iş bilmez yönetimler, göç yasası, güvencesiz istihdam ve yanlış sendikal mücadele stratejileri nedeniyle halka etkin hizmet vermekten günbegün uzaklaşmaya mahkum edildiler.
Devlet okullarında öğrenci sayısı artarken oluşan yeni ihtiyaçlar göz ardı ediliyor. Çocuklarımızın geleceği okul aile birliklerinde gönüllü çalışan, iyi niyetli velilerin kaynak bulabilme yetilerine bağlı. Planlı kamusal eğitimin kalesi olan Atatürk Öğretmen Akademisi üzerinde oynanan oyunlar bu durumun her geçen gün kötüye gideceğinin işaretidir.
Hastanelerde durum farklı değil. Personel eksikliği had safhada, kaynak yok, çalışanlar huzursuz. Hükümet edenler halka “paran kadar sağlık, beğenirsen!” diyorlar.
Ekolojik Talan Yaşamı Tehdit Ediyor…
Alım garantisiyle devletin sırtında koca bir kambur olan şirketler, ekonomik olarak bizi zarara uğrattıkları yetmezmiş gibi, eko sistemi ve halkın sağlığını da tehdit ediyor. Kalecik’ten Karpaz’a uzanan yollarda, mavi gökyüzünde kanser saçan uğursuz dumanı görmeyenimiz var mı? Peki, Lefkoşa’dan Girne’yi görmemizi sağlayan taş ocaklarına ne demeli?
Çocukluğumuzda, ağzımızı dayayıp çeşmelerden içtiğimiz suyu önce damacanalara doldurup bize satan akıl, şimdilerde ise yağan yağmuru bile zapt etmeye çalışıyor.
Halkın Barınma ve Ulaşım Hakları Gasp Edildi…
Ev sahibi olmak için bankalara ömür boyu borç ödemek zorunda kalan halk, “ne olacak bu borçlar” kaygısıyla kanser olmazsa eğer, avuç içi kadar memleketimizde toplu taşımacılık olmadığı için dolup taşan yollarda trafikten ölüyor.
Emekçiler Güvencesiz Çalışmaya Zorlanıyor…
Özel sektördeki çalışma koşulları hem yerli halka hem de göçmen emekçilere modern köleliği müjdeliyor. Çalışanlarla patronlar arasında iki tarafı bağlayacak herhangi bir iş akdi yok! Sendika yok, toplu sözleşme ve grev hakkı “ortak akla” zarar, sigorta belki var, işten çıkış saati belli değil, ek ödenek hakkı yok…
Kadın Cinayetleri Rekor Seviyede…
Gericilikle körüklenen muhafazakar yaşam tarzı kadına şiddeti meşrulaştırırken, devlet kadın sığınma evi taleplerini görmezden gelerek hiçbir önlem almıyor.
“Başka Alternatif Yok!”
Liste uzayıp gederken, sanki gizli bir el yaşamsal haklarımızı kar amacıyla piyasalaştıranlara doğru bizi itiyor, “başka yolunuz yok” diyor. Bir yandan doğa talan ediliyor, emeğin hakları budanıyor, diğer yandan bizim olanlar bize satılmak isteniyor. Piknik alanları, parklar, plajlar, ormanlar… Geçmişte akla gelemeyecek şeyler bile ticarileşiyor, alınıp satılan mala dönüştürülüyor.
Yalnız bizim değil bütün dünya halklarının başına bela olan bu dönem, sosyal devletin tasfiye edilmesi yoluyla, haklarımızın piyasalaştırılmasından başka bir şey değildir. Neo-liberalizm dediğimiz bu süreç uyarınca devlet toplumsal fayda sağlayan görevlerinden soyunurken, her şey piyasalaşmalı, alınıp satılmalı.
Peki Ne Yapmalı? Gerçekten Yok mu Başka Bir Çıkış Yolu?
Kimilerine göre müzakere masası tek çıkış yolu ve bu yol bir kağıda atılacak iki imzadan geçiyor. Halbuki yukarıda sıraladığımız sorunların herhangi birini müzakere masasında bugüne kadar görenimiz yok! Nedir “Kıbrıs sorunu” diye bize sundukları? Egemen güçlerin Pazar payı kavgası mı; ekonomik, askeri, politik çıkarları mı Kıbrıs sorunu?
Bağımsızlık Yolu’na göre Kıbrıs sorunu, Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar yani iktidar sorunudur. Yaralarımız aynı yerden kanıyorsa, pansuman da aynı olmalı. Öyle ya, Ankara’nın ve TROYKA’nın paketleri aynı neo-liberal politikaları dayatıyor. Müzakere masası, ancak, Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk halklarının neo-liberal saldırılara karşı mücadeleyi yükseltip ortaklaştırması ile bizim sorunlarımızın konuşulabileceği bir mecra olacak.
Ve Evet, Başka Bir Çıkış Yolu Vardır:
Halkın hakları birilerinin ekonomik aklı gereği yeni “yasal” düzenlemelerle çalınırken, hırsızlar bunu hepimizin iyiliği için yaptıklarına inanmamızı bekliyor. Ama unuttukları, bu hakları kimse halka yasal düzenlemelerle vermedi. Hepsi sınıf mücadelesi yoluyla bedeller ödenerek zorla alındı, birileri de bunun üzerine yasal düzenleme yapmak zorunda kaldı. Bugün, neo-liberal politikalara karşı doğrudan tavır alan hak mücadeleleri, sınıf mücadelesinin, günümüzdeki somut biçimlerinden biridir. Ve bizler bu bilinçle “artık yağma yok” diyoruz.
Halkımızın “kapişari düzeni” dediği bu zorbalık dönemi elbet karşıtını yaratacak, yaratıyor da zaten.
Egemenler, eko sistemi yok oluşa sürükleyen, emeğin tüm haklarına zorla el koyan politikaların yaratacağı öfkeyi bastırmak, halkımızın biat etmesini sağlamak için muhafazakar bir toplum yaratmak istiyorlar. Yükseltilen gerici saldırılara karşı ancak örgütlü ve bilinçli mücadeleyle karşı konulabilir.
Bağımsızlık Yolu halkımızı haklarına sahip çıkmak için örgütlü mücadeleye çağırıyor.
Her biri ayrı mecralarda patlak veren hak mücadelelerini yükseltelim, tek bir politik hedef doğrultusunda, Kıbrıs halklarının iktidar mücadelesinde harmanlayalım. Gelin halkları kardeş, bağımız bir Kıbrıs için örgütlenelim, bilinçlenelim, omuz omuza mücadele edelim.
Abdullah Özdoğan
Bağımsızlık Yolu Mağusa Bölge Sorumlusu