Zor zamanlardan geçiyoruz. Hem de kendimizi bildik bileli… Siz hiç hani şarkılarda bahsedilen “güzel günler”e şahit olabildiniz mi? Ben olamadım daha. Peki umudum var mı? Elbette var. Umut olmazsa, yaşamanın ne anlamı kalır ki? Zaten şarkılarda da “Güzel günler göreceğiz çocuklar…”, “Güzel günler hangi dağın ardındadır?” diyor hep. Bıkmadan usanmadan, güzel günlere ulaşmak için mücadele etmek lazım. Adına kapitalizm denilen ve sürekli de kılık değiştiren bu sistemi yıkmadan, güzel günleri görmek ne mümkün!
Zor Zamanlar
Hep söylenen ve modası da hiç geçmeyen bir söz vardır; “Zor dönemlerden geçtiğimiz bu günlerde….” veya “Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin.” Sorması ayıp ama bu devir hiç geçmeyecek mi? Aslında bu söz, içinde bulunduğumuz sistemi anlatıyor bize. Birbirini sevmeyen, kendisi gibi olmayanı yok etmek isteyen, karşısındakine güvenmeyen ve en önemlisi kendine de güvenmeyen insan modelleri, doğru olan bunlarmış gibi bize dayatılıyor. Sistemin devamlılığı için bu gerekiyor çünkü. Dayanışmanın değil bencilliğin prim yaptığı, ailene bile güvenmemeni öğütleyen, güçlünün güçsüzü ezmesini doğal bir şeymiş gibi algılatan bir sistem…Sistem bir fabrika gibi her geçen gün bizlere bu modelde insan tipi üretiyor. Daha doğrusu sistem, hepimizi bu modele dönüştürmek için çalışıyor ve maalesef başarıyor. Peki biz gerçekten böyle mi olmak istiyoruz? Bu normal mi? İnsanın doğası mı bu? Hayır… Düşünsenize, insanlık tarihi boyunca insanlar birbirlerine güvenmeseydiler, birbirleriyle dayanışmasaydılar tekerleği bulabilirler miydi? Peki ya ateşi? Edison kendinden önceki bilim insanlarına güvenmeseydi ampulü icat edebilir miydi?
“Bu memlekette…”
Bir diğer modası geçmeyen söz ise “Bu memlekette …” diye başlayan ve sonu hep şikayetle biten sözlerdir. “Bu memleketten bir şey olmaz.”, “Bu memlekette başka ne beklerdin?”, “Bu memleketin hali ne olacak?” vs. “Bu memleket” derken aslında Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan bu yağma düzeni ve torpil cumhuriyeti kastedilir. Şikayetimizin adını koymayız da “bu memlekette…” diye başlayan sözlerle anlatırız hep şikayetimizi. Hep ilgimi çekmiştir; herkes şikayet eder, düzenden dert yanar ama şikayet ettiği şeyin kaynağıyla ilgili fikir söylediğinde seni marjinallikle, aşırı uçta olmakla suçlar. Tamam da “bu memleket” ezelden beridir mi “bu memleket”ti? Birilerinin hiç mi payı yok? Bu düzeni uzaylılar mı kurdu? Bu düzen değişmeyecek mi hiç?
Böl – Yönet – Şiddet
Geçen günlerde Lefkoşa Surlariçi’nde kötü bir olay yaşandı. Gece vakti sokakta yürüyen ve aralarında Rauf R. Denktaş’ın torununun da bulunduğu üç kişi saldırıya uğradı. Kim kime ne dedi, kim kime yan baktı, düz baktı önemli değil. Önemli olan şu; sistem bizi manyaklaştırıyor, kendiyle değil birbirimizle uğraşmamızı istiyor. Neoliberal politikalar sonucunda, işsiz olan veya insanlık dışı koşullarda ve güvencesiz çalışan, açlık sınırında ve hatta altında asgari ücretle yaşamaya çalışan, gittikçe de fakirleşen insanlar, sistemin koruyucusu devlet iktidarının baskısını, karısına, çocuğuna, arkadaşlarına veya yolda yürüyen ve kendisine ters ters baktığını düşündüğü birisine şiddet yoluyla yansıtıyor. Mesele, bunları yapanların kim olduğu değil, mesele kendi gibi olmayanı yok etmek isteyen, yukarıda bahsettiğim sistem tarafından yaratılmış insan modelinin ve onu yaratan sistemin ne kadar sıkıntılı olduğudur. İşte bu yüzdendir ki ne olayın nerede yaşandığı , ne hangi saatte olduğu, ne saldıranların hangi milletten olduğu ne de saldırıya uğrayanların kimin torunu olduğu önemlidir. Hele ki aynı olayın, barikatın güney tarafında yaşandığını bir düşünün. Olay nerelere çekilirdi kim bilir.
Sistem, kendi devamlılığı için bizi bölmeye uğraşır. Bölünelim ve kendi kendimizle kavga edelim, sistemin yanlışlarına ses çıkaramayalım. Olayı, Türkiyeli – Kıbrıslı mevzusuna dönüştürenler, aslında sistemin ekmeğine yağ sürüyor. Kutuplaşmadan çok ne var? Kamu çalışanı – özel sektör çalışanı, Kıbrıslı Türk – Kıbrıslı Rum, Müslüman – Ateist, Galatasaraylı – Fenerbahçeli… Ezilen kim diye sorarsanız cevap ; Hepsi!
Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. Mesela Telekomünikasyon Dairesi resmen özelleştiriliyor. Kıbrıslı Türklerin elinde kalan son birkaç kurum da teker teker satılıyor. Buna karşı mücadele etmek, kurumlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Bizim olan bizim kalsın diye. Daha da tükenmeyelim diye. Kurumun mevcut durumu iyi mi? Değil. Ama düzeltmek de hükümetin elinde. Tabii niyetleri varsa. Bir tarafta Ankara’nın özelleştirme baskısı, bir taraftan sendikaların çıkardığı “zorluklar”… Satıp kurtulmak daha kolay değil mi? Sanki babasının malını satıyor.
“Güzel günler hangi dağın ardındadır?” diyor ya şarkı, gerçekten cevabını bilmiyoruz. Ama aramaya devam edeceğiz, bulana dek…
Mehmet Adaman
Baraka Aktivisti