Kıbrıslı Türkler arasında bir süredir yüksek sesle ifade edilmeye başlanan bir soru var; Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla sürdürüldüğü ifade edilen görüşmelerin amacı farklı olabilir mi?
1960’lı yıllardan beridir onlarca görüşmeci, BM sekreteri, AB yetkilisi ve “uzman” tüketmiş olan görüşme süreci, gerçekten de bitimi olmayan koskoca bir labirent gibi, uzadıkça uzamıyor mu sizce de?
Doruk anlaşmaları, planlar, referandumlar, krizler, arabulucular, zirveler, garantörler, eylemler, seçimler, dilekçeler, mektuplar, BM kararları, yaptırımlar, vaatler, umutlar, hayal kırıklıkları, beklentiler, görüşmeler, görüşmeler, görüşmeler, görüşmeler…
Böyle uzayıp giden bir listesi var görüşme sürecinin ve her yıl yükselen ve alçalan bir tempoya sahip…
Acaba yapıldığı iddia edilen şey ile gerçekte yapılan aynı şey olmayabilir mi?
Fıkrayı biliyorsunuzdur belki; “Yaşlanınca emekliye ayrılan ve ofisini çocuğuna devreden ünlü avukat, bir gün şu sesle uyanmış öğlen şekerlemesinden: ‘Baba, hani senin 30 yıldır bitiremediğin şu dava var ya, bir celsede sonuca ulaştırdım onu bugün.’ Kurt avukat, derin bir iç çekmiş ve şöyle demiş; ‘iyi halt ettin evladım. Senin ve kardeşinin üniversite masraflarını nasıl karşıladım sanıyordun?’”
***
Baraka Tiyatro Ekibi’nin halen sahnelenmekte olan “Düdükçülerle Fırçacıların Barışı” isimli tiyatro oyunu, biraz da bu perspektiften sorguluyor ve alaya alıyor görüşme sürecini…
Yakın geçmişte, ülke “az sonra barış olacak” modundayken Khora Yayınları tarafından basılan Nikolos Stelya’ya ait Liberal Federalizm isimli kitap da böyle bir iddiaya sahipti…
Kısaca kitapta söylenen, görüşme sürecinin kendisinin bir statüko oluşturduğu ve mütemadiyen devam eden zirveler, müzakereler ve gerilimlerin aslında tüm tarafların işine geldiği idi… Kitaba göre, görüşme sürecinin öznelerine ve dinamiklerine bakıldığında da başka bir ihtimalin söz konusu olmadığı vurgulanıyordu. Her iki halkın barış güçlerinin, müzakere masası tarafından hipnotize edilmesi durumu devam ettikçe de bu döngünün kırılamayacağı iddia ediliyordu.
Baraka Tiyatro Ekibi, bu akademik tezi, Aziz Nesin’in yazdığı metne uyarlayıp, sanatsal bir üslupla izleyicinin kahkahalarının acımasız eleştirisine sunuyor…
***
Oyun, aralarında yıllardır dinmeyen bir husumet olan “Düdükçüler” ülkesi ile “Fırçacılar” ülkesinin barışa varma öyküsü üzerine kurulu. Her iki ülkenin liderleri de, birbirlerinden nefret ederken hem askeri hem de diplomatik yollardan savaşa hazırlanıyorlar. Ancak bir detay var ki; savaşın diplomatik hazırlıkları bilinenden biraz farklı… Askeri hazırlıklar ilerledikçe, her iki ülke de karşılıklı dostluk, kardeşlik, iyi niyet ve tebrik mesajlarına boğuyor birbirini. Bu nokta önemli, çünkü günümüzde yaygın olan ve kişisel ilişkilerde dahi gözlemlenebilen, “nefret ettiğinin yüzüne gülümseme” davranışının, devlet yönetiminde de farklı olmadığını hatırlatıyor bize…
Oyunda iki düşman ülkenin müzakereler yolu ile barışa varmasını sağlayacağı iddiasında olan Zolpon isimli bir de üçüncü ülke var. Ama bu müzakereler on yıllardır sürmesine rağmen düşmanlık bir türlü son bulmuyor. Zolpon yöneticileri ise bu durumdan hiç de rahatsız değil, çünkü aslında ilan ettiği amacı ile gerçek çıkarları farklı olduğundan ne düşmanlığı bitiremek ne de görüşmeleri kesmek istiyor Zolpon… Düşmanlık da sürsün görüşmeler de, çünkü Zolpon barış ticareti ile geçiniyor… Bizim fıkradaki avukat misali…
Oyunun harika dekorunun beni en çok etkileyen bölümü ise bu noktada devreye giriyor: Zolpon’da yıllardır devam eden görüşmelerin idare edildiği kürsü, iki düşman ülkenin yöneticilerinin otrdukları tahtlar birleştirilerek kuruluyor. Yani sözde barış görüşmelerinin malzemesini sunan şey; hamaset yüklü iki liderlik… Barış görüşmeleri ile düşmanca rekabetin birbirini nasıl beslediği, birbirlerine ne kadar ihtiyaç duyduğu, tek kelime etmeden ancak bu kadar yaratıcı bir biçimde anlatılabilirdi.
***
Baraka Tiyatro Ekibi oyun boyunca sadece iki düşman ülkeye ve onları barıştıracağı iddiasıyla görüşmeleri organize eden “uzman”lara odaklanmıyor. Bizim görüşme sürecimizi de müthiş bir heyecan, çocukça bir neşe ve romanlara yaraşır bir kurgu ile anlatmakta yarışan medya da alıyor payını oyundaki kahkahalardan… Çünkü oyunda dendiği gibi, “savaş çok satabilir, ama barış daha uzun süre satar.”
Ve Baraka’nın olmazsa olmazı, çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi de kendine batırma tavrı ile oyundaki “barış severler” aracılığı ile yüzleşiyoruz… Liderler, arabulucular ve medya mizansende yerini aldığında; kapının önünde örgü ören kadınlar da kendini gösteriyor… Barış için tabii…
***
Yaratıcı espriler, ince bir alay ve acımasız bir mizah ile aynayı kendi yüzümüze tutmaya teşvik ediyor bizi oyun… Mütemadiyen duygularımızla oynayan, on yıllardır bizi oyalayan ve aslında bu kurguyu sürdürmek dışında bir hedefi olmayan bir sistemi; ara bulucuları, düşman liderleri, medyası ve sözde barış cesaretlendiricilerinden oluşan tam bir bütün olarak getirip önümüze koyuyor…
Samimi ve canlı oyunculuklar, detaylı düşünülmüş kaliteli bir dekor, Sol Anahtarı’nın ruha işleyen canlı müzik performansı da cabası…
Bana sorarsanız, bu Cumartesi önce gülmeye sonra da düşünmeye biraz zaman ayırın. Arabahmet Kültür Evi’nde saat 20:00’da sahnelenen oyuna uğrayın ve yıllardır bizi oyalayanların suratına bir iki kahkaha atın… Eve gidince nasıl bu hala getirildiğimizi düşünmeye bol bol zamanınız olacak nasılsa…
***
Gerek akademik gerek siyasal gerekse de sanatsal açıdan sorgulanmaya başlanmış olsa da, 1960’lı yıllardan beridir önümüze bağlanmış bir havuç gibi bizi sürükleyen müzakere süreci biterse ne olur? Bu, nasıl biteceğine ve kimin bitireceğine de bağlı biraz. Oyunun sonunda bir alternatif senaryo da önerilmiş BTE tarafından… Bazılarının keyfini kaçırabilecek bir senaryo…
Ama şimdilik endişelenecek bir şey yok, çünkü her zaman olduğu gibi görüşmeler hala devam ediyor…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri