“Göçmen’in” sözlük anlamı muhacir, bir ülkeden başka bir ülkeye yerleşmek amacıyla göç eden kişi demektir. Çoğu zaman göçün sebebi ekonomik gerekçelere dayanmakla birlikte; mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişilerdir. Ekonomik sebeplerle yapılan göçlerde gideceği ülkenin vatandaşı olmayıp sadece o ülkeye çalışmak amacı ile giden kişiye de “Göçmen işçi” denmektedir. Bu iki tanımı başta yapmamın sebebi ülkemizde “Göçmen” denildiğinde hemen hemen herkesin aklına 1974’ten sonra Türkiye’den Kıbrıs’a taşınan ve taşınmaya devam eden nüfus gelmektedir. Kıbrıs Sorunu’ndan bahsedildiği zaman bazılarının aklına çözüme kavuşturulması gereken ilk konu olarak bu insanlar gelmektedir. Onlara göre sözde “yerleşikler” meselesi Kıbrıs sorununun çözümü için önemli bir noktadır. Peki, sorun gerçekten” yerleşikler” meselesi midir? Yoksa beş yüz senedir dünyayı sömüren ve halklara acıdan, açlıktan, yokluktan, gözyaşından, savaşlardan ve ölümlerden başka hiçbir şey vermeyen “yerleşik” bir “vahşi düzenin” meselesi midir?
Bizim için göçmenlik bu paydada bir meseledir. Payına ortak bir zulüm düşenlerin arasına durmadan nefret tohumları ekerek; yerleşmiş düzenlerine her gün biraz daha çok zenginlik katanlardır en büyük mesele. Bu bağlamda “Göçmen İşçi” denildiğinde ise (2000’li yılların başlarına-yaklaşık 10 yıl öncesine kadar) yine sadece Türkiye’den ülkemize çalışmaya gelen nüfus akla gelmekteyken; özellikle son bir kaç yılda Bangladeş, Vietnam, Hindistan, Nijerya, Pakistan, Türkmenistan vb. ülkelerden gelen ve gözle görülür şekilde sayıları artan göçmen işçiler bulunmaktadır. Çünkü daha çok kar daha çok para ve daha çok zenginlik adına “büyük meseleleri” olanlar için “göçmen işçinin” hangi ülkeden olduğunun çok fazla önemi yoktur. Önemli olan sömürülecek olan insandır. Bu yüzden “göçmen meselesi” değil “yerleşmiş köhne ve vahşi bir sistem” meselesi vardır. Göçmen işçi meselesi yoktur, “sömürü meselesi” vardır.
Bu “yerleşik” sömürü düzeni için göçmen insan değil rakamdır. Kirdir, pastır, ter kokandır, denize donla girendir, ismi yoktur, sadece haber içinde üçüncü tekil şahıstır, en zorda dağa çizilen bayraktır, nutuk atmaya yarar, kanmaya ve kandırılmaya en müsait kalabalıktır, her şeyden biraz ama hiçbir şeyden en çoktur; evet, bir şeydir ama insan olduğu hep unutulandır. Bu yüzdendir ki Türkiyeli göçmenleri sadece seçim zamanı hatırlayan, bunun dışında ise duygu ve düşüncelerini sömürerek ötekileştiren ve kullanan milliyetçiler ve sağcılar haddinden fazladır ülkemizde. Sol tarafta ya da kendine kendince “solcuyum” diyenler ise bırakın olaylara sınıf mücadelesi olarak bakmayı, Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımcılığı yapıp memleketin elden gittiğinden yakınmaktan başka bir şey yapmazlar. Bu milliyetçi ve sağ zihniyete en iyi örnek olarak; R.Denktaş’ı ve meşhur lafı “Gelen Türk, giden Türk”’ü ve son zamanlarda Hüseyin Özgürgün’ün ““Kıbrıs’ta Kıbrıslı yoktur, Türkler ve Yunanlar vardır” lafını gösterebiliriz. Bunların asıl amacı Kıbrıs’ta Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımcılığını pekiştirerek emekçilerin birleşmesini engellemektir. Diğer bir tarafta ise liberaller, sözde bazı “solcular” ve Kıbrıs milliyetçilerinde ise göçmen mevzusuna bakış, (önceleri Türkiyeli göçmenler üzerinden olmak üzere son zamanlarda ise Afrika kökenli ve Vietnam Bangladeş vb. ülkelerden gelenler) “yediler bizi bunçinde”, “her şeyimizi aldılar”, “memleketi ele geçirdiler” vb. söylemlerde bulunarak ırkçılık yapmaktadırlar. Oysa bahsedilen göçmenlerin hemen hepsi en pis, en zor, en güvencesiz ve en ölümcül işlerde çalışmaktadırlar. Fakat bunu dile getirmemektedirler.
Bir diğer taraf ise yukarıda bahsi geçenlerin yaptığına benzer fakat başka taraftan ayrımcılığı körükleyen bir tutumdur. Kıbrıslı milliyetçilerininkine de benzer bir tarafı olan burada, sorunu Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımcılığında görerek fakat farklı bir sonuç üretip “Türkiyeliler mağdur, Kıbrıslıların hepsi Türkiyeli göçmenleri sevmiyorlar” diyerek farklı türden bir bölücülük yapmaktadırlar. Bunu savunanlar her nedense memleketteki kumarhanelerin, genelevlerin, mafyatik ilişkilerin ve faşist yapılanmaların başlarında bulunan pek çok Türkiyelinin tam olarak nereden ve nasıl mağdur olduklarını elbette açıklayamamaktadır.
Bütün bunlardan hareketle Bağımsızlık Yolu; Kıbrıs’ın kuzeyindeki emekçilerin, nerde doğmuş ve nerden göç etmiş olurlarsa olsunlar, Kıbrıs’ı bir vatan toprağı olarak sahiplenmelerini “buralı” olmaları için yeterli görmektedir. Çünkü bizler soruna “yerleşikler meselesi” olarak değil “yerleşmiş bir düzenin” dünyanın her yerine savaş, yoksulluk, acı, keder ve ölüm getirmesi meselesi olarak bakmaktayız. Buradan ya da dünyanın herhangi bir yerinden gitmesi gerekenler “yerleşikler” veya “göçmenler” değil dünyanın üstüne oturmuş bu köhne ve kokuşmuş düzenin ta kendisidir.
Ülkemizdeki göçmenlerin çoğu, sermaye sahipleri tarafından ucuz işgücü olarak görülmekte, en düşük ücretlere ve en güvencesiz koşullarda sömürülmektedirler. Önemli bir kısmı ise, kayıt dışı olarak vahşi bir sömürü düzeni altında çalıştırılmaktadır. İster Türkiye göçmeni olsun ister Kıbrıs kökenli olsun özel sektör emekçilerinin hepsi, sendikasız ve güvencesiz çalışma koşulları altında ezilmektedirler. Bağımsızlık Yolu olarak sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması için verdiğimiz mücadele aynı zamanda yukarıda da bahsettiğimiz bu ayrımcılığa da bir son verecektir. Ayrıca bu talep, Kıbrıslı Türk halkının sorununun emek sermaye çelişkisi olduğunun ve nerde doğmuş ya da nerden göç etmiş olursa olsun, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan her emekçinin bu açıdan çıkarının aynı olduğunun gözler önüne serilmesinin bir aracıdır. Ezcümle, Bağımsızlık yolu olarak bakış açımız Denktaş-Özgürgün zihniyeti gibi kimlik temelli değil emek temellidir.
Göçmenlik, kapitalizmin bugün tüm dünyada yarattığı bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Sermaye bir yandan ucuz işgücünün olduğu coğrafyalara gidip buralara yerleşirken, bir yandan da emeğin serbest dolaşımını olabildiğince mümkün kılarak kendi ülkesinde yaşamını devam ettirecek olanağı bulamayan insanlara başka ülkelerde ucuz işgücü olarak çalışma zorunluluğunu sanki bir fırsatmış gibi sunmaktadır. Bağımsızlık Yolu küresel ölçekteki bu gerçekliğin kabulünün yanında, Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 sonrası yaratılan özgül koşulların varlığını da inkâr etmez. 1974 sonrası adaya demografik yapıyı değiştirmek amacıyla Türkiye’den önemli bir göç akımı başlatıldı. İnsanlar daha iyi bir yaşam umuduyla Türkiye’de var olan düzenlerini bırakıp Kıbrıs’ın kuzeyine yerleştiler. Dünyadaki diğer örneklere baktığınızda, bu tarz bir göçün kabul edilebilir bir yanı yoktur. Bu tam anlamıyla bir yeri, askeri gücünü kullanarak işgal etmiş bir devletin, orada kendi konumunu güçlendirmesi amacıyla kurgulamış olduğu bir çeşit siyasi-askeri stratejidir.
Ancak, salt bu duruma bakılarak göçmenlerle ilgili tutumumuzu belirlemek devrimci bir tavır olamaz. Bugün kendisini solda tanımlayan siyasetlerin göçmenlerle ilgili politika geliştirirken düştükleri en önemli yanılgılardan biri de bu konu ile ilgilidir. Zaman zaman ırkçılığa kadar varan nefret söylemlerinin dolaştığı ve göçmenlerin adaya gelişlerinin matematiksel çizelgelerle hesaplandığı bir anlayışı Bağımsızlık Yolu kesinlikle reddeder. Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol anlayışların bir çoğunda fiili durumun yaratılmasına neden olan sistemin sorgulanmasından ziyade, suçu ve sorumluluğu hayatlarını bu adaya gelerek kazanmak zorunda olan göçmenlerin üzerine yıkma eğilimi vardır. Bu bakış açısı, bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde aşırı sağ zihniyetin, yaşanan derin ekonomik krizlerden ve işsizlikten göçmenleri sorumlu tutmasıyla benzeşmektedir. Kapitalizmin yapısal krizinin sorumluluğunu göçmen nüfusa yükleyen zihniyetle, işgal ve asimilasyon politikalarından dolayı göçmen nüfusu suçlayan zihniyet arasında düşünce tarzı açısından paralellik kurmak hiç de zor değildir. Öyle ki, bir yandan dünyada gelişen göçmen düşmanlığına karşı duruş sergilerken, adadaki göçmen nüfusu farklı bir statüye yerleştirip, sırt çevirmek sol anlayışa uymamaktadır. Bunun yanında, kendisini özgürlükçü olarak tanımlayan sol liberallerde ise göçmenlerle ilgili sessiz kalma eğiliminin olduğu görülmektedir.
Bağımsızlık Yolu, TC egemenlerinin bugün hala kimlikle girişin serbest olması gibi yöntemlerle sürdürdükleri nüfus taşıma ve Kıbrıslı Türkleri siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan yok etme politikalarına karşı mücadele eder. Bunu yaparken ise, ne amaçla getirilmiş oldukları bir yana, 41 yıldır birlikte yaşadığımız insanların Kıbrıslı Türk halkının bileşeni olduğunun bilincindedir. Bizler, Kıbrıslı Türk solunun bugüne kadar düştüğü yanılgının düzeltilmesi, ezberlerin bozulması ve emekçilerin yerli-göçmen diye ayrılmadan ortak çıkarları için birlikte mücadele etmesini savunuyoruz. Kıbrıs’taki emekçi halkların ortak çıkarları kapitalizmi yıkıp emeğin iktidarını kurmak, bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs yaratmaktır. Halkları kardeş birleşik bir Kıbrıs mücadelesi, göçmenlerle kurulacak ortak mücadele olmaksızın ne mümkündür, ne de böylesi bir çözüm halkların barışı anlamına gelecektir.”
Bağımsızlık Yolu’nun kuruluş bildirgesinde (sayfa 35-36-37 http://bagimsizlikyolu.org/bildirge/) göçmenler ile ilgili şu ifadelere yer verilmektedir :
“Bağımsızlık Yolu Kıbrıs’ın kuzeyindeki durumu tahlil edip yola çıkarken, göçmenlerle, hayatın içinde yer tutmuş her türlü konular üzerinden ilişkiler kurmayı ve bu kurulan karşılıklı ilişkiler yoluyla da ortak kazanımlar elde etmeyi önüne hedef olarak koyar.
Son olarak “Ankara elini yakamızdan çek” sloganımız için bizleri “Türkiye” veya “Türkiyeli düşmanı” ilan edenlere olacaktır. Bizler bu sloganı haykırdığımızda aslında tam da yukarıda anlatılanlar gibi isyanımızı, direnişimizi sömürgeci, işgalci, Kıbrıs’a arka bahçesi gözüyle bakan ‘egemen Türkiye’ zihniyetine bir başka deyişle Türkiye Cumhuriyetini yöneten, hükmedenleredir. Bizleri “Türkiye düşmanı” ilan edenlerin ise göçmen kesimi ‘’kaybetmemek’’ ya da ‘’yanına çekebilmek” adına, Türkiye Devleti ile ilgili eleştiri yapmaktan kaçınmaları da sırf bu yüzdendir. Çünkü buraya yerleştirdikleri ve yakamıza yapışan şeyin adı da tam budur: Birbirimizin arasına duvarlar örmek, birbirimize dokunmamızı engellemek, birbirimizi anlamamızı tanımamızı istememek. Evet, bizler de Bağımsızlık Yolu olarak, bir kez daha dünyanın bütün sokaklarından yürüyerek yollara meydanlara çıkarak haykırıyoruz, Ankara ya da her kimsen elini yakamızdan çek! Çünkü dokunacağız, tanıyacağız, tanışacağız, seveceğiz ve anlaşacağız!,
Türkiye’den gelip burada yaşayan ve yaşam mücadelesi veren göçmen halkları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ayrı bir noktaya koymak, Bağımsızlık Yolu olarak her zaman en hassas önceliğimiz olmuştur. Fakat, bir çok demokrasi ve insan hakları savunucuları, Türkiye Devleti’nin burada uyguladığı politikaların faturasını göçmenlere keserek, deyim yerindeyse kolaycılık yaparak, en kestirme yolu seçerek yanlış yapmaktadırlar. Bağımsızlık Yolu olarak Türkiye Devleti’nin sömürgeci politikalarına karşı direnmek ve bunu açıkça ilan etmek, sırf siz öyle dediniz ya da istediniz diye bizi halkımızn gözünde Türkiye düşmanı yapmaya yetmeyecektir. “Yaşasın halkların kardeşliği” şiarı ile sadece her köşesinden emek ve alın teri akan, güzel insanların yaşadığı Türkiye coğrafyası değil tüm dünyanın emekçi ve ezilen insanları kardeşimizdir.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki yerli işbirlikçiler ile Türkiye egemenleri yıllardır Kıbrıs’ta barış ve birleşme mücadelesini Türkiye’den gelen göçmenlerin geri gönderilmesi olarak göstermek için çabalamakta ve bunu bu insanların barış mücadelesinden korkması, uzak durması ve hatta karşı durarak engellemesi amacıyla yapmaktadırlar. Yaratılan bu durum Kıbrıs sorununun çözümünü sanki de göçmenler açısından kim gidecek, kim kalacak sorusuna verilecek cevap olarak görmeleri barışı savunduğunu söyleyenlerin en büyük hatasıdır.
Bizler geleceğini bu ülkede gören emekçilerle Kıbrıs’taki hiçbir halkın çıkarının farklı olduğunu düşünmüyoruz. Çarenin Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımı yapmaktan değil; emekçilerin, ezilenlerin birlik olmasından ve bu topraklardaki barış mücadelesi de dahil tüm mücadelelerin bu YOL’da geçmesi gerektiğine inanıyoruz.
Ve son sözümüze dermanımız bir film karesi olsun. Çoğumuzun severek izlediği bir Çağan Irmak filmi olan Babam ve Oğlum’un o meşhur sahnesine gidelim. Köyüne, baba ocağına dönen Sadık, babası ile arasında yaşanan bir tartışma esnasında, babasına şöyle der:
“Bana gitti diyosun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım evim nerde bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında bir köşesinde hep sen vardın …… Deniz’e bir oda ver, onu yanına al, burada büyüsün, bi evi olsun, gidecek başka yeri yok”.
Bu dünyada hepimize bir oda lazım.
Eşit, adil, tok, kardeşçesine.
Çünkü hiçbirimizin gidecek yeri yok, insandan başka.
Ve büyük şairin dediği gibi:
“Bu cehennem bu cennet bizim.”
Bu cehennemi cennete çevirmek de bizlerin ellerindedir,
Bu dünyada da, Kıbrıs’ın kuzeyinde de…
İşte tüm bu sebeplerden ötürü tüm emekçileri ve ezilenleri Bağımsızlık yolunda örgütlenmeye çağırıyoruz.
Yaşasın örgütlü mücadelemiz. Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Barış Doğanbay
Bağımsızlık Yolu Mali İşler Sekreteri