En son Türkiye’ye bir dostumu ziyaret için bundan 4 ay önce gelmiştim. Bir yandan uzun zamandır görmediğim dostumla hasret giderirken, diğer yandan ise çevremde gözlem yapmadan edememiştim.
O dönem çevremde çok farklı insanlar görmüştüm; Liberali, sosyalisti, anarşisti, sosyal demokratı, , Kürdü, , Alevi’si, aşırı milliyetçisi. Bu insanların tümü ile ilgili o dönem iç acıcı olmayan ortak bir gözlem yapmıştım. O da korku ve umutsuzluktu.
İnsanlarla daha konuşmadan gözlerinin içine baktığımda dahi bir korku ve umutsuzluk görüyordum. Haksız da değildi bu hisleri. AKP’nin yeni rejimi iyiden olgunlaşmıştı artık. Kendine tehlike gördüklerini Kürt ise KCK’dan, milliyetçi ise Ergenekon ve Balyoz’dan, solcu ise Devrimci Karargah’tan, DHKP C’den ya da uydurulan başka her hangi bir davadan içeri alan bir iktidar vardı karşılarında.
Bu iktidar öyle güçlü bir iktidardı ki insanlar her ne kadar rahatsız olsa da bu iktidarın sonunu görememekteydi. Çünkü aslından AKP’nin alternatifi yoktu TC’de. Bir yanda eski rejimle özdeşleşen ve AKP’nin “kurtarıcısı” olarak yükseldiği MHP ve CHP. Diğer yanda ise toplumun çok büyük bir kısmının “terörist” olarak algıladığı BDP. AKP’nin karşısında bir tek bunlar vardı ve bunlar da bir çıkış teşkil edememekteydi.
Hal böyleyken hayatlarının her alanına müdahale edilen, giderek üzerlerindeki baskı artan insanlar daha da umutsuz ve korku dolu bir hale gelmekteydiler.
Bugün 4 ay aradan sonra yine bazı dostlarımı ziyaret için Türkiye’deyim. 4 günlük ziyaretimin 3’üncü günümdeyim. Ziyaretlerim çerçevesinde sırtımda çantam Ankara ve İstanbul’u gezdim.
Bu gezim öncesi ne göreceğimi çok merak etmekteydim. Türkiye’ye son geldiğimde Suriye’ye askeri müdahale yani savaş gündeme gelmemişti daha. Hatay’daki mülteci kamplarının ÖSO kampları olduğu da, ÖSO’nun El Kaide’yi içinde barındırdığı da daha pek bilinmiyordu. Kürt Sorununda bugün tıkanan müzakereler o dönem başlamamış, Kürt hareketinin Ortadoğu çapında emperyalizmle dansı daha şekillenmemişti. Fakat tüm bunlardan öte, daha Haziran Ayaklanması gerçekleşmemiş, “her yer Taksim, her yer direniş” sloganı sembolleşmemişti.
Açıkçası sokakta beklediğimden de fazlasını gördüm. Ankara Kızılay’da insanların gözlerine baktığımda umudu gördüm. Siyasi konjonktür değişmemiş olmasına rağmen, insanlar artık bir şeyleri değiştirebileceklerine yönelik inanca sahipler. Bu inancı yansıtmaktan da çekinmiyorlar. Orta yaşlı, hatta yaşlı bir esnafın tezgâhında rahatlıkla direniş ve dayanışma broşürleri bulundurabiliyor.
Sokakta farklı fraksiyonlardan solcular birbirlerine daha sık selam veriyor. Tabi daha da fazla beraber yürüyorlar. Birbirlerini daha fazla seviyorlardır belki ama ondan değil bu ortak yürüyüş. Arkalarında onları takip eden ve baskılayan halk kitlelerin varlığıdır bunu sağlayan.
Artık kalabalık bir asansörde giderken yüksek sesle eylemlerden ve direnişten bahsedilebiliyor Türkiye’de. İstanbul’un en yobaz diye bilinen mahallelerinde dahi her yer direniş afişleri ile dolu olabiliyor mesela. Ama çapulcu gazetesi Birgün öğle saatlerinde hiçbir yerde bulunamıyor Ankara Kızılay’da. Sorduğun büfe “abi yetişemediniz tükendi”yi, gerçek bir hüzünle söyleyebiliyor sana.
Belki de en büyük fark insanlara bir güven gelmiş olması noktasıdır. Artık insanlar biz bir şeyleri değiştirebiliriz diyorlar. Hatta tam ifadesi ile “o götü yere indirdik, AKP’yi de indirebiliriz” diyorlar.
İnsanlarda hafif bir de tedirginlik yok değil. Özellikle de örgütlü insanlarda. AKP iktidarı her an onları içeri alabilir. Ya da eylemde vurabilir. Bunu da biliyorlar. Yani haklı bir tedirginlikleri var. Fakat bu tedirginliği enteresan kılan, kaynağının bireysel olmaması; çapulcuların tedirginliği kavganın sonunu görememek, kavgada yoldaşları yalnız bırakma ihtimalinden kaynaklanıyor. Birkaç çapulcu ile konuştuğun anda bu kaygıyı anlıyorsun.
Artık direnmek insanların hayatının bir parçası haline de dönüşmüş. Sen pastanende oturmuş arkadaşınla muhabbet ederken, arkadaşın telefonla akşamki forum veya yürüyüşü ayarlayabiliyor. Yanından geçen bir çift akşam yürüyüşe katılmayı normal bir durum olarak konuşmakta olabiliyor.
AKP iktidarı, her ne kadar Tayyip padişah ruh haline girse de, iktidarının sarsılmakta olduğunu fark etmiş durumda. Bu durumu AK Gençlik’in sokak faaliyetlerinden anlayabiliyoruz. Sokaklarda tek tük de olsa Rabia stikerları görülebilmekte. Devletin tüm imkânlarına sahip olan AKP’nin sokağa yani muhalefetin yerine inmesi, artık muhalefetin araçlarına ihtiyaç duyacak noktaya geldiğini gösteriyor.
31 Mayıs akşamı Türkiye’de alevlenen ve Haziran Ayaklanması adını alan direniş, bugün hala sıcaklığını kaybetmeden Eylül ayında sürmekte. Dostlarıma “fiziksel ya da zihinsel olarak yorulmadınız mı” yı usturuplu bir şekilde sorduğumda sorumun şu an burada anlaşılmasının dahi mümkün olmadığını anlayıp kendimden utandım.
4 ay öncesine göre değişmeyen belki de tek bir şey mevcut. Maalesef TC’de hala sivrilen bir iktidar alternatifi yok. Fakat bu durumda dahi bir fark var; artık çoğunluğun gözünde AKP de bir alternatif değil. Bu sebeple halk eylemlerde “AKP yıkıslın, yerine AVM yapılsın” sloganı atabiliyor. Nitekim bunu yapabileceklerine yönelik umutları ve kendi güçlerine yönelik inançları da var.
Mustafa Keleşzade
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.