Crans Montana’da yaşanan çöküşten sonra neler olacağına dair çeşitli senaryolar, B planları, öngörüler, tahminler, arzular, korkular her yanımızı kaplamış durumda…
Şöven kesimler, yaşanan demoralizasyon ve gerilimden faydalanarak “TC ile entegrasyon”, “ilhak”, “kktc’nin tanınması” veya “konfederasyon” gibi eski tezlerini ısıtıp tekrar piyasaya sürdüler…
Görüşme sürecini gelir ve statü kapısı haline getirip yıllardır yaşanan tüm fiyaskolardan ders çıkarmadığı halde hala “uzman” kabul edilen kesimler de, yeniden dirilişleri için bu şöven kesimlere bel bağlamış durumdalar. Nasıl mı? Gelin bir bakalım…
***
Bir düşünün, aylarca halkın nabzını yükseltip “liderlere destek”, “liderlere cesaret”, “bu defa oluyor” diyerek umutları beslemelerine rağmen Mont Pellerin’de ciddi bir hayal kırıklığı yaşandı. Daha bunun etkileri atlatılamamışken, Crans Montana süreci için (biraz ihtiyat payı bırakarak) aynı umutlar kaşındı… Ama sonuç Mont Pellerin’den de beter oldu…
Kendine barış güçleri diyen ve bütünlüklü çözüm adına, Kıbrıslı Türk halkının günlük tüm sorunlarına sırt dönen bu “akıl hocaları”, Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldu…
Ülke gündemi; trafik cinayetleri, kadın cinayetleri, iş cinayetleri ile sarsılırken, dinsel gericilik her köşe başında örgütlenmiş şimdi devlet kademelerinde kurumsal olarak yayılırken, orman yangınları almış başını giderken ve denizlerimiz oteller tarafından, dağlarımız taş ocaklarınca harap edilirken; “barış sevicileri”nin tek bir gündemi vardı: Müzakereler…
Üstelik bu müzakerelere, gündelik hayatımızdaki sorunları dahil etmek, olası bir çözümde mevcut olumsuzluklara karşı önlemler almak gibi bir kaygı da taşınmadı hiçbir zaman.
Televizyonlar, gazeteler, haber siteleri, kişisel profiller; halkın günlük dertlerine kör, sağır ve dilsiz kaldı…
Varsa da yoksa da BM Genel Sekreteri geldi miydi, Çavuşoğlu ne dediydi, Akıncı kahvesini nasıl içti, Anastasiadis sigara için çıktı mı gibi eften püften olaylarla raiting toplamaya, ilgi çekmeye ve gündem olmaya çalışıldı. Gözümüzü kapattık kulağımıza soktular, kulağımızı kapattık burnumuza girdiler, yapay ve sahte heyecanları ile bizi meşgul ettiler; şimdi de müzakerelerin çökmesi ile birlikte her yanı ağlama duvarına çevirmiş durumdalar.
Sahte vaatleri çökmüş, yanlış öngörüleri açığa çıkmış, bütün beklentileri yıkılmış bu “kanaat önderleri”nin halka bundan sonra söyleyecek nesi olabilir ki?
Onlar değil miydi, sendikacı oldukları halde çözümde emekçilerin durumunun nasıl olacağına dair tek bir söz etmeyen; onlar değil miydi baş feminist olduklarını söyleyip çözüm ile kadın haklarının arasına bir bağ örmek yerine cumhurbaşkanlığı binası önünde yün ören!
Kendi asli alanlarını bir kenara atıp, tüm varoluşlarını Akıncı ile Anastasiadis’e emanet edenler, şimdi yaşanan çöküşten sonra; halkın karşısına nasıl çıkabilirler?
Her şeyi unutturup yeniden kahraman olmanın tek bir yolu var; şöven kesimlerin yardım eli…
***
Şöven çevreler “TC ile entegrasyon”, “ilhak”, “kktc’nin tanınması”, “konfederasyon” gibi hayallerini dile getirdikçe; aslında barış isteyen Kıbrıslı Türklerde ciddi bir tepki oluşuyor.
Çünkü Anastasiadis’in temsil ettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yama” olma daveti, halkımızın her zaman reddettiği bir ahlaksız tekliftir. Ama Anastasiadis’in devlet milliyetçisi tutumu ve Kıbrıs Cumhuriyeti fantazisi, Kıbrıslı Türklerin barış istencinin ortadan kalkmasına sebep olup bu halkı ayrılıkçı siyasetlerin yedeği yapamaz, hiçbir zaman da yapmadı…
Böylece, en az Anastasiadis’e yönelen öfke kadar “ayrılıkçı reçetelere” de haklı bir öfke oluşuyor. Ve kanadı kırık barış güvercinleri de, bu öfkenin üstüne binip yeniden uçma hayalleri kuruyorlar…
Barış sevicilerimizin, müzakere uzmanlarımızın ortaya attığı son analizlere baktığımızda ne görüyoruz? Kıbrıslı Türklere ölümü gösterip sıtamaya razı etme çabasından öte ne var bu “analizler”de? Hiçbir şey!
Bugüne kadar yarattıkları sahte umutlar, yapay heyecanlar, yanlış beklentilere dair bir analiz yapıyorlar mı? Ne münasebet!
Bunun yerine, Türk milliyetçilerinin abuk hayalleri ve olmayacak fantazileri bir tehdit unsuru olarak paketleniyor ve bu kez de Kıbrıslı Türklerin gözünün içine bunlar sokuluyor…
Efendim “bütünlüklü çözüm başarısızlığa uğrayınca, karşımıza ikinci cumhuriyet” tehdidi çıkmış. Bunun karşısında halkımız uyanık olmalıymış… Bu iki siyasetin (bütünlüklü çözüm ve şöven ayrılıkçılık) yarattığı cendereden çıkmak için barış güçlerinin harekete geçmesi ve yeni bir siyasal açılım yapması gerekiyormuş…
***
O açılım çoktan beri yapılmış, kendileri “liderlere cesaret bayrağını” taşırken bunun mücadelesi veriliyormuş, ne fayda! O vakitlerde, kendilerini “bütünlüklü çözüm” aşkının tehlikelerine dair uyaranları “barış düşmanlığı” ile suçlamışlar, ne fayda! Özür dilemesi gerekenler, akıl öğretiyor…
Siz Cumhurbaşkanlığı önünde örgü örerken, Çözüm ve Barış Platformu oluşturup “liderleri cesaretlendirir”ken, halkın günlük hiçbir derdini umursamayıp gündem yapmadan sabah akşam zırva bir zirve aşkı ile yanıp tutuşurken yapılıyordu o açılım…
Barışın yolunun; kadın cinayetlerine karşı sokakta örgütlü bir feminist blok oluşturmaktan, trafikte yol güvenliği sağlamak üzere örgütlenmekten, iş cinayetlerine karşı sendikasız çalışmanın yasaklanmasından, dinsel gericilik karşısında laik, bilimsel, çağdaş toplumun savunusundan, halkın eğitim ve sağlık hakkı için mücadeleden geçtiğini ifade ediyor, bu doğrultuda örgütleniyordu bu açılımın öncüleri…
Siz BM, AB vs.’den maaşlı barış savunuculuğu yaparken, o açılım çoktan yapılmıştı…
Zırvadan zirveniz çöktüğünde ve sizin göz yaşlarınız daha kurumamışken, bu ülkenin barış güçleri kuzeyin dört yanında ayağa kalktı ve aynı anda haykırdı: Barış’ın yolu ;olmayacak “bütünlüklü çözüm” duasına amin demekten değil; günlük, somut, pratik, güven arttırıcı uygulamalardan geçer! Derinya kapısını açmaktan, Maraş’ı açmaktan, Girne’de ortak tarihi mirasımızın yağmasını durdurmaktan, Aplıç kapısını açmaktan yani barış için adım adım mücadeleden geçer…
Çünkü halkın gerçek bir güç haline gelmesi günlük sorunların çözümü için örgütlenmekle mümkündür. Ama barış sevicilerinin halka ne zaman ihtiyacı oldu ki? Onların hep BM’leri, AB’leri, fonları, vakıfları vardı… Halktan bekledikleri ise sadece heşşaa çekip bayrak sallamasıydı…
***
Bugün medyada her köşe başını tutmuş oldukları için, göstermemek için çırpınıyor olsalar da; çöken sadece müzakereler değildir. Çöken barış seviclerinin halktan kopuk, kadınlardan kopuk, işçilerden kopuk, günlük sorunlardan kopuk, AB’den, BM’den fonlu barış anlayışıdır…
Bu yüzden, o çok sevdikleri yüzleşme pratiğini kendi kendilerine uygulamalarının tam zamanıdır. Elitist, çok bilmiş bir tutum ve halktan kopuk siyaset anlayışı ile yüzleşmek için bundan uygun bir zaman olamaz. Çünkü çöken, sadece müzakere süreci değil, sözde “uzmanların” egolarını beslediği fantazi dünyasıdır da…
Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri