Geçmişimiz, iyisi ve kötüsüyle geride kalmış olsa da, bugünümüzü ve geleceğimizi etkilemeye devam ediyor. Hatıralar yön veriyor aslında geleceğimize. Hep daha iyisini hayal ediyoruz ve bunun için çabalıyoruz. Bizim geçmişimizden daha güzel bir gelecek umut ediyoruz çocuklarımız için.
Peki nedir geçmişimizi bulandıran ve daha iyi bir gelecek hissini yaratan kalplerimizde? Ya da belki daha farklı sormak gerekir; NEDİR GELECEK?
Gelecek; hani daha iyi, daha adil, daha yaşanılabilir diye hayal ettiğimiz o büyük umut aslında ellerimizde. Hergün gözümüzün önünde şekillenen çocuklarımızdır gelecek.
Peki bir soru daha o zaman. Daha iyi bir gelecek için elimizden geleni yapabiliyor muyuz gerçekten? Yani demem o ki, çocuklarımızın gelişmesine ve yetişmesine katkı sağlarken bilincinde miyiz ki, gelecek onlarla şekillenecek?
Bu sorunun cevabı malesef ki ne evet ne de hayır.
Ne veriyoruz biz, adı gelecek olan çocuklarımıza?
Bir çocuk, daha onu görüp de dokunamadığımız zamanlarda başlıyor bizden bir şeyler öğrenmeye. Anne karnında geliştikçe, ona dinletilen müziği ve böylece huzuru, ya da sürekli yüksek tondan tartışmaları ve böylece huzursuzluğu öğreniyor. Siz anne karnına dokunurken veya bir hikaye okurken baba daha doğmamış bebeğe, hemen başlıyor o minik tekmelerle sevginize karşılık vermeye.
Ve sonra yetmiyor ona o küçük alan, fazlasına ihtiyaç duyuyor ve artık tükettiği bedenden çıkıyor. Artık görünür, dokunulur ve hissedilir oluyor çocuğunuz. Yeni bir dönem başlıyor herkes için. Hiç kimsenin size öğretemeyeceği becerileri sergileme dönemi başlıyor. Büyük bir sınava giriyorsunuz ebeveynler olarak. Acaba iyi bir çocuk yetiştirebilecek misiniz? Ve başlıyorsunuz ona bir şeyler öğretme çabası içinde didinmeye. Emmeyi öğrensin, gece uykusunu öğrensin, emeklemeyi, yürümeyi, koşmayı öğrensin, tuvaletini tutmayı öğrensin, konuşmayı öğrensin, sırasını beklemeyi öğrensin, saygılı olmayı öğrensin, okula gitmeyi öğrensin, söz dinlemeyi öğrensin, derslerini öğrensin, öğrensin, öğrensin, öğrensin… Biz de gerek ebeveynler olarak gerekse öğretmenler olarak öğretelim, öğretelim, öğretelim.
İyi de, nasıl öğretelim? Nasıl öğrensin?
İşte o geçmişimizden gelen ve geleceğe de taşımakta ısrarlı olduğumuz disiplinle öğretim geçiyor aklımızdan ilk önce. Disiplin öz anlamında kötü birşey barındırmamakla birlikte, malesef eğitimci olarak ebeveyn ve öğretmenlerin çoğu için, disiplin uyulması gereken katı kurallardan ibaret.
Ebeveynlerin en büyük zaafı olan çocukları ile ilgili duydukları korku ve kaygılar, onları yetiştirirken birçok hata yapmalarına neden oluyor. Aşırı kontrolcü olabiliyorlar mesela. Çocuklarımızın isteklerine HAYIR, OLMAZ, YAPMALISIN demeden önce ne kadar düşünüyoruz acaba? Gerçekten yapmaması gereken bir durum mu yoksa biz mi istemiyoruz? Onun ilgisini çekiyor mu yapmasını istediğimiz şey? Yapması ve yapmaması gereken şeyleri birlikte tartışabileceğimiz ortamlar yaratmak gerekiyor. Ancak bu şekilde, gelecekte vereceği kararlarda doğru yolları seçebilirler. Aksi takdirde etraflarındaki dünyanın gerçekleriyle baş etme konusunda zayıf, gerçek riski önemsiz şeylerden ayırt edemeyen, kime güveneceklerini ya da kime inanacaklarını bilemeyen genç yetişkinlerin yetişmesine sebep oluruz. Biz onları tüm risklerden korursak, pamuklara sararsak çocuklarımızı ve başka seçeneklerin de olduğunu bilmeden sadece kendilerine sunulanlarla yola çıkmaları gerektiği bilincini yerleştirirsek, yani bizim geçmişimizin izlerini taşıyan bir gelecek sunarsak onlara, daha iyi bir geleceği nasıl hayal edebiliriz ki…
Küçük bedenler büyürken, biz büyüklerin yaptığı en büyük yanlışlardan biri de, bu süreçte sabırsız olmamız ve çocuklarımızı başka çocuklar ile kıyaslamamız. “Elalemin çocuğu 1 yaşında yürüdü, bizimki hala emekliyor.””Kaç yaşına geldi, hala ceketini biz giydiriyoruz.” “Komşunun çocuğu daha okula başlamadan okumayı yazmayı söktü.” Bir çocuğun gelişimine yardımcı olmak istiyorsak bilmemiz gereken ilk şey, o herkesten ayrı tek bir birey. Gelişimi de, ilgileri de, duyguları da diğer tüm insanlardan farklı olacak. Ve, kalıtımsal olarak barındırdığı özelliklerden ayrı bir şekilde, biz ona nasıl bir ortam hazırlarsak öyle bir geleceği olacak. Tutunabileceği güvenli eşyalar olmazsa ayağa kalkamayacak, her düştüğünde kolundan tutup kaldırırsak başarmak için çalışması gerektiğini öğrenemeyecek. Ne istediğini ifade etmeden hemen önüne koyarsak, istekleri için çabalamaktan vazgeçecek. Onlara sürekli oyuncaklar alırsak, sokağın da eğlenceli olabileceğini ya da etrafında gördüğü eşyaların da vakit geçirmek için iyi birer araç olduğunu öğrenemeyecek. Yabancılarla konuşmamayı öğretirsek, korumasız alanlarda güvende olmadığı hissi gelişecek ve sosyal bir birey olmaktan uzaklaşacak. Her anını bir faaliyet ile doldurursak, boş zamanın varlığını bilmeyecek, sıkılmayı ve bundan kendi başına kurtulmayı öğrenmeyecek, nelere ilgi duyduğunun farkına varamayacak. Birilerinin, özellikle de büyüklerinin, her zaman ondan daha iyisini bildiğini aşılarsak o küçük beynine, sorgusuz itaatin kıskacında, bizim geçmişimiz gibi bir gelecek yaşayacak.
Onları bırakmak zorundasınız: Bırakın ellerini, oyun parkının çitlerini aşıp arkadaşlarıyla oynasınlar, akranlarıyla kampa gidip dünyayı keşfetsinler. Onları, büyüdükçe onlara küçük gelmeye başlayacak güvenli bir fanus içindeki sevgili küçük bebekleriniz olarak görmeyin; zorluklara karşı dayanıklı, kendine güvenen, hakkını savunan, kararlı, meraklı ve bağımsız insanlar olmalarına izin verin. Korumacı güdülerimiz çok güçlü olduğu için onları bırakmak bize çok zor gelir. Yine de çocuğunuzun hayatla başa çıkabilmesinin en iyi yoludur bu.
Peki ya okul…
Çocuklarımız için en iyi geleceğin, ancak iyi bir okul eğitimi ile mümkün olduğunu düşünürüz. Ancak malesef içinde boğulduğumuz eğitim sistemi bunu karşılamaktan çok uzaktadır. Sürekli olarak yenilikler getirilmeye çalışılmakta, düzenlemeler yapılmakta ve daha çağdaş bir eğitim sistemine ulaşılmaya çalışılmaktadır,fakat sistemin kökeni yanlış olduğundan, atılan adımlar da bir arpa boyu dahi yol aldırmamaktadır. Kendi farkındalıkları ile çabalayan çok sayıda öğretmenin varlığından habedar olmak ve çalışmalarını takdir etmekle birlikte kökten bir çözümün acilen yaratılması gerektiği fikrindeyim. Ve bu çözüm de sadece öğretmenlerin değişimi ile gelecek bir çözüm olmaktan öte, eğitim sistemimizin tamamen değişmesinde yatmaktadır.
Çocuklarımızı okullara gönderiyoruz ve derslerine çalışarak başarılı olmaları için de sürekli baskılıyoruz. Peki hiç sorguluyor muyuz ki;
Okulun amacı bilgi kazandırmaksa eğer, teknolojini bu kadar geliştiği bir çağda çocuklarımız hemen hemen tüm bilgiye internetten ulaşabiliyor. O zaman neden okula gitsinler?
Eğer beceri kazandırmaksa amaç, yıllardır değişmeyen müfredatlar nasıl bir çağdaş eğitim örneği olabiliyor?
Eğer her çocuk birbirinden farklıysa, nasıl oluyor da hepsi aynı yöntemle eğitiliyor ve daha da ötesi hepsinin başarısı aynı sınav ile ölçülebiliyor?
Özellikle küçük yaşlarda öğrenimde oyunun önemi konusunda milyonlarca kanıtlanmış çalışma varken, zaten avuç içi kadar olan sınıflardaki sandalye ve masa sayısını hiç mi garipsemiyoruz? Bu kadar yazı, çizgi çalışması niye?
Bilgi dediğimiz şey, her geçen gün gelişiyor ve çeşitleniyorken, eğitim sistemimiz, okullarımız, müdürlerimiz, öğretmenlerimiz kendini ne kadar geliştiriyor?
Okul, sistemin kendisi için uyumlu bireyler yetiştirir ve bu gizli müfredat nedeniyle özgürleştirici bir eğitimden bahsedemeyiz. Birkaç öğretmenin özverisi ile birçok çocuk kendini bu eğitim sisteminin çürümüşlüğünden kurtarabilir belki ancak daha güzel, daha adil, daha yaşanılabilir bir gelecek için daha büyük mücadelelere ihtiyacımız var.
Pınar Piro
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti