Kıbrıs’ın kuzeyinin bir kadın ticareti destinasyonu haline gelmesinin ardından özellikle 1990’lardan itibaren süratle açılan gece kulüplerinde çalışmak için, kadınlar buralara kimi kendi gelmeyi tercih etmiş olsalar da, adaya girişlerinde pasaport ve kimlik gibi seyahat belgelerine el konulması, diledikleri zaman gece kulübünden çıkamamaları nedeniyle hareket alanlarının sınırlandırılması, yaptıkları işin esası kayıt altında olmayıp (Kayıtlara göre bu kadınlar adaya “konsomatris” olarak getirilmekte, yasaya göre sadece müşterilerle birlikte masaya oturup içki içmeleri beklenmektedir. Genelev işletmek ve “fuhuş” yaptırmak ise ağır suçtur) bu kadınlar borç yüküyle, getirildikleri gece kulübünün patronuna bağımlı bırakılıyor.
Seks işçiliği değil, seks köleliği!
Tüm bunlara bakıldığında, Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun zorla çalıştırılma durumunu tanımlayan unsurlarının birçoğunun kktc’de faaliyet gösteren gece kulüplerinde, üstelik de devletin bilgisi dahilinde yaşandığını görmekteyiz. Uyuşturucu, mafya, kumar ve kara para olgularıyla iç içe geçmiş ve kadınların büyük bir kısmının zorla çalıştırıldığı bu mekanlarda, yukarda bahsedilen unsurlar nedeniyle seks işçiliğinden bahsetmek imkansızdır. Bu mekanlarda kadınlar, neoliberal köleleştirmenin bir sonucu olarak, ülkelerindeki olumsuz ekonomik durumdan kaçarak para kazanmak umudu ve konsomatristlik yapacakları vaadiyle kktc’ye gelip, daha gelir gelmez havaalanında seyahat belgelerine el konularak 24 saat Deri ve Zührevi Hastalıklar bölümünde karantinaya alınıyor, seks işçiliğine zorlanıyor, zorla çalıştırıldığı gece kulübünden dışarıya çıkamıyor. Ayrıca bu kadınlar, kendilerini kktc’ye getiren aracı kişi ve gece kulübü patronuna çoğu zaman borç yüküyle bağlı oldukları için ekonomik bir özgürlükleri de olamıyor. Kısacası, Kıbrıs’ın kuzeyinde seks işçiliği değil seks köleliği vardır ve seks kölesi bir kadın, yukarıda sayılan nedenlerde de görüldüğü gibi şiddetin neredeyse her türlüsüne maruz kalmaktadır. Genele de bakacak olursak, bugün neo-liberal politikalar sonucu, dünya genelinde en az 12,3 milyon kişi, borçlandırarak çalıştırmayı, insan ticaretini (yılda 10 milyar ABD$ gibi bir kârla uyuşturucu ticaretinden sonra dünya çapında ikinci büyük mafya) ve diğer modern kölelik biçimlerini içeren zorla çalıştırılmaya maruz kalmaktadır. Mağdurlar; seks köleliğine zorlanan kadınlar ve kız çocukları, borçlandırarak çalıştırılmak zorunda bırakılan göçmenler ve kötü çalışma koşullarında veya çiftliklerde yasa dışı olarak (çoğunlukla zor kullanarak) tutulan ve çok az ödenen ya da hiç ödenmeyen işçilerdir.
Neoliberalizm ve Meksikalı kadınlar örneği…
Neoliberalizm, aktörleri ve izlediği politikalar yardımıyla ekonomi üzerindeki nüfuzunu sağlamlaştırdıkça kadına yönelik şiddet ve kadın düşmanlığı artmaya devam etmektedir. Amerika kıtalarındaki serbest ticaret anlaşmaları (Kuzey Amerikan Serbest Ticaret Anlaşması gibi) teşvik edilip yerleştikçe kadın cinayetlerinin arttığı gözlemleniyor. Örneğin, çok sayıda Meksikalı kadın Birleşik Devletler sınırını geçmeye çalışırken ve hatta Ciudad Juarez kasabasının sınırları içinde öldürülmektedir. Bunun en büyük nedeni ise, Amerika’da ve bahsi geçen kasabada kadınların erkeklere nazaran daha ucuz iş gücü olması nedeniyle, erkeklere nazaran daha çok istihdam edilirken erkeklerin işsiz kalması ve evde kalıp çocuklarına bakıp ev işlerini yapması beklenirken evden ayrılıp erkeklerin egemenlik sahalarına girmeleri. İşte bu nedenle binlerce Meksikalı kadın 1994 yılından beri, kocaları, babaları veya erkek kardeşleri tarafından öldürülüyor.
Saldırılar artıyor!
Neoliberal politikaların arttığı oranda, sosyal devlet anlayışından da hızla uzaklaşılıyor. Bu da beraberinde sosyal hak ve kazanımların kaybedilmesini getiriyor. Sosyal hizmetler özelleştirildikçe veya bütçeleri kesildikçe doğum hakkı ve sağlık hizmetlerine yönelik saldırılar da artmaktadır. Seks endüstrisi küreselleştikçe ticareti yapılan kızların yaşının giderek küçüldüğü de bilinen bir gerçektir. Bununla beraber, ataerkil kapitalist sistemlerin sözcüsü konumunda olan ticari medya, kadın bedenini sürekli istismar etmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyinde de özellikle gece kulüplerinde seks kölesi olarak çalıştırılan kadınlarla ilgili çıkan haberlerde kullanılan görseller ve haber dili, kadınları sürekli ötekileştirici ve istismar eden bir yaklaşıma sahiptir.
Sorumlusu devlet!
Neoliberal politikaların bir sonucu da, devletin kendi sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçarak; sağlık, barınma, eğitim, güvenlik gibi birçok sosyal hakkı ya “sosyal sorumluluk” adı altında, etrafa şirin görünmenin yollarını da bularak büyük sermayedarların “projelerine” bırakıyor ya da yakın zamanda da deneyimlediğimiz kadın sığınma evi mevzusunda olduğu gibi, her şey sivil toplumun üzerine kalıyor. Kadınların şiddet görmesini engellemek, kadın sığınma evini açmak ve yönetmek, kadın ticaretini önlemek, sivil toplumun değil devletin görevidir. Evde, işte, gece kulübünde şiddet gören kadını koruması gereken devletin polisi, neredeyse kadına yönelik şiddetin faili haline gelirken, sosyal ve ırksal bakımdan da taraf tutan bir pozisyondadır. Tüm şiddet mağduru kadınlar için; alınıp satılan, seks kölesi olan, azınlık durumunda veya göçmen olan, Kıbrıslı Türk veya yabancı, şiddet mağduru tüm kadınlar için mücadele etmeli ve kamu politikaları talep etmek için devleti sorumlu tutmalıyız.
Kaynakça:
Yoksulluk ve Kadın, Abdullah Topçuoğlu&Gamze Aksan&Duygu Alptekin, Ayrıntı Yayınları
Migrant sex workers and state regulation in North Cyprus, Fatma-Güven Lisaniler, Leopold Rodriugez, Sevin Uğural, Women’s Studies International Forum (2005)
http://www.ankaradegillefkosa.org/gece-kulupleri-seks-isciligi-ve-ltb-munur-rahvancioglu/
http://www.ankaradegillefkosa.org/siginma-evi-hemen-simdi-cansu-n-nazli/
http://www.ankaradegillefkosa.org/2015te-devlet-brosur-dagitip-telefon-numarasi-verdi/
*Bu yazı ilk olarak 27 Kasım tarihli Gaile Dergisi’nde yayınlanmıştır.