Özellikle Türkiye’de yaşanan Gezi Direnişi ile birlikte, sporun siyasetle olan ilişkisi daha da tartışılan bir konu haline geldi.
Türkiye’nin spordan sorumlu bakanı, “spor müsabakalarına siyaset karıştıranlar bunun bedelini öderler” diyerek meseleye bakışını gözler önüne serdi.
Ancak spora siyaset karıştırmayın diyerek tepkisini belirtenlerin siyasetten ne anladığı belli.
“Spora, iktidara muhalif bir düşünce karıştırmayın!”
Nereden mi bu kanıya varıyorum?
Örneğin; aynı iktidarın Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütüne stadlardan gösterilen destekten hiç ama hiç rahatsız olmamasından.
O kadar ki Fenerbahçe’nin kaptanı Emre Belezoğlu gol attıktan sonra 4 parmağını göstererek Müslüman Kardeşlerin işareti olan “Rabia” sembolünü yapabiliyor.
Ancak “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganını atmak yasak oluyor.
Galatasaray’ın ünlü taraftar grubu Ultraslan AKP’yi eleştiren tribünleri engellmek için kendi taraftarlarını susturmaya çalışıyor.
Alın size siyaset yasağı!
Fakat bu durum yeni değil.
***
Tarih boyunca birçok iktidar sporu kendi aleyhine gelişen bir sürecin parçası haline geldiğinde engellemeye ya da kendi çıkarına göre yeniden şekillendirmeye çalışmıştır.
Örneğin Avrupa’da kitlesel toplantıların ve biraraya gelmenin yasaklandığı koşullarda kitleler futbol müsabakalarında biraraya gelerek vermek istedikleri mesajı vermeye çalışmış bunun karşısında iktidarlar futbol maçlarını iptal etmiştir.
Yani ne sporun siyasetle olan ilişkisi ne de iktidarların sporu kendi siyasetlerine göre şekillendirmeye çalışması yeni bir olgu değil.
Çünkü yaşamın her alanı nasıl iktidar ilşkilerinden nasibini alıyorsa yaşamın alanlarından bir olan spor da aynı oranda nasibini alıyor.
Gelelim esas değinmek istediğim noktaya.
Bu aralar sıkça görüldüğü tarihte bir çok spor kulubü gerek kulübün mazisi, gerek taraftar profili ya da bünyesinde barındırdığı sporcular üzerinden bir siyasi fikirle özdeşleşebiliyor.
Örneğin Barcelona Katalanların bağımsızlık mücadelesiyle özdeşleşmiş durumda.
Aynı şekilde Athletic Bilbao’a da yine İspanya’daki bir diğer halk olan Basklar için öyle.
Real Madrid’te faşist diktatör Franco’nun takımı olarak biliniyor.
İtalya’da adını kentinden alan ve liman işçilerinin kurduğu Livorno takımı, komünistlerle özdeşlemiş konumda.
Lazio ise Mussolini sevdalısı faşist karakteriyle nam salmış.
Yakın bir coğrafyaya, Türkiye’ye geldiğimizde ise Beşiktaş’ın Çarşı ve Adana Demir Spor’un Şimşekler isimli taraftar grupları muhalif ve sol karakteriyle kulüplerine farklı bir anlam kazandırdılar.
Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Elen halkı içerisindeki Apoel ve Omonia takımları da sağ ve sol görüşlerin cisimleşmiş hali gibi.
Kıbrıs’ın güneyinde özellikle Lefkoşa sokaklarında bu iki kulüp hakkındaki duvar yazılamaları birer siyasi görüşü temsil ediyor.
Bu şekilde sayısız örnek sıralanabilir.
Peki Kıbrıslı Türk halkı içerisinde böyle bir şey yok mu?
Elbette belli başlı kişiler bazı kulüplerde yer ediniyorlar fakat benim kişilerin dünya görüşleri ile özdeşleştirdikleri bir örnek.
Belki şu anda yok, ancak bir zamanlar egemenleri çok rahatsız eden bir kulüp bu halkın içerisinde yer aldı.
Bu kulüp Türk Eğitim Kulübü yani kısa adıyla TEK’di.
1952 yılında sol görüşlü Kıbrıslı Türk işçiler tarafından kurulan TEK, masa tenisi de olmak üzere başta futbol faaliyetleri yürüten bir kulüptü.
Kulüpte yer alan gençler bugünkü adıyla Taksim olan sahanın inşaatında gönüllü olarak çalışıtılar.
Kulüp binasında içki ve kumarın yasak olması gençlerin kulübe girmesini kolaylaştırıyordu.
İki halkın kardeşliği anlayışıyla sportif faaliyetlerini yürüten kulüp, iki halkın içindeki faşist unsurların ve buna paralel olarak toplumlar arası çatışmaların yükselmesiyle birlikte Kıbrıs Futbol Federasyonu KOP’an ayrılmak zorunda kaldı ve Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’na üye oldu.
Kıbrıs Türk Ligi 2. Kümede müsabakalara katılan TEK’in KOP’tan ayrılması faşist Kıbrıslı Türk liderliği için yeterli değildi.
Çünkü bu liderliğe göre TEK, TAKSİM tezi etrafında kenetlenmesi gereken Kıbrıslı Türk halkını barış, kardeşlik işçilerinbirliği gibi “yalanlarla” zehirleyen yılanlardan biriydi ve başı ezilmeliydi.
TEK’te ter döken sporcular tehdit edilerek kulüpten uzaklaştırılınca, TEK oyunca bulmakta zorlanır hale geldi.
2003’te kapılar açılana kadar iki halkın beraber kutladığı son işçi bayramı olan 1958’in 1 Mayıs gecesi TEK binası saldırıya uğradı ve yakıldı.
Bu olayı takip eden günlerde TEK yöneticisi olan Fazıl Önder ve Ahmet Yahya vurularak öldürüldü.
Bir diğer yönetici Ahmet Sadi ise yaralandı ve yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
Bu olaylar Türk Eğitim Kulübü yani TEK’in fiili bir yokoluş süreci yaşamasına sebep oldu.
***
Görüyorsunuz ya; spora siyaset karıştırmayın diyenlerin tavrı hep aynı.
Ancak bu çaba boşuna.
Hali hazırda toplumun bir ürünü olan spor da toplumdaki ezen ve ezilen arasındaki mücadeleden nasibini alacaktır.
Önemli olan hangi taraftan olduğunuz.
Ezenden mi, ezilenden mi?
Ali Şahin
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.