Binali Yıldırım geçen aylarda Türkiye’nin 7 ay 5 gün süren Fırat Kalkanı Operasyonunun bittiğini açıkladı. Bu açıklama milliyetçi kesimlerde büyük bir hayal kırıklığı yarattı; AKP kurmayları ve Tayyip Erdoğan’ın sürekli açıklamalarıyla beslediği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) denetimindeki Manbij ve IŞİD denetimindeki Rakka alınmadan operasyonun bitmeyeceği algısı Binali Yıldırım’ın yaptığı sönük bir “operasyon amacına ulaştı” açıklaması ile yıkıldı.
Bu beklenmedik açıklamanın arka planında elbette pek çok faktörden bahsedebiliriz: ABD ve Rusya’nın ortak bir sesle AKP’ye artık bitirme zamanı geldi denmesi, saldırabilecek güvenli bir hedefin kalmaması ve referandum döneminin yarattığı iç baskı bunlardan bir kaçı. Referandum “atlatıldığına” göre, farklı bir isimle, yeni bir “maceraya” yelken açılması elbette mümkün. Yine de biz şu ana dek yaşanan süreci ve oluşan durumun bilançosunu bir inceleyelim.
Bu bilançoyu anlamak, hali hazırda Türkiye – Suriye sınırında Türkiye’nin kışkırtma ve çatışmalarla beslediği gerginliğin, SDG güçleri ile başlatılacak bir savaşın potansiyel sonuçlarını da tahmin etmemizi sağlayacaktır.
Hızlı Başlayan Bir Operasyon
Fırat Kalkanı Operasyonu oldukça hızlı başladı. Yıllardır IŞİD’in elinde bulunan Cerablus bölgesi neredeyse operasyonun başladığı saniyelerde ele geçirildi. Ardından bölge köyleri hızlıca alınmaya başlandı. İlk günlerde Suriye Demokratik Güçleri ile Cerablus kırsalında yaşanan çatışmalar dışında bir çatışma yaşanmadı diyebiliriz. Bu gerilim de ABD’nin müdahil olması ve bir nehrin Fırat Kalkanı güçleri ile SDG arasında doğal sınır haline getirilmesi ile duruldu.
Türkiye’nin ilerleyişi havuz medyasında göklere çıkarıldı. Muhteşem planlanmış bir operasyon övgüleri, kahraman Türk askeri nutukları birbirini izledi. IŞİD’in bir dergisine de adı verilen Dabıq köyü kolaylıkla alınınca, methiyeler iyice yükselmeye başladı. Fakat, bu süreç Suriye’yi yakından takip eden kesimlerde soru işaretleri de yarattı; IŞİD uzunca bir süredir bölgede çatışan başka aktörler de olmasına rağmen bölgeyi kontrol etmekteydi, bu denli kolay yenilmesi anlaşılabilir değildi. Hele de şehirler yıkılmadan, kanlı çatışmalar yaşanmadan. Bu durum ayrıca IŞİD’in geri itilmediği, kontrollü ve anlaşmalı bir şekilde geri çekildiği iddialarının da ortaya atılmasını sağladı. Anlaşmalı çekilme iddiaları özellikle operasyon başlamadan hemen evvel sınırda El Rai bölgesinde yaşananlarla birleşince ciddi bir hal almıştı. Türkiye ile hareket eden cihatçıların bir kasabayı alıp daha güvenliği sağlamadan oraya mühimmat yığmış, ardından IŞİD kasabayı bir gün içinde geri alıp mühimmatları ele geçirmişti, ardındansa kasaba yine bir gün içinde Türkiye destekli cihatçıların eline geçmişti. Operasyonun ilk 3 ayı bu tartışmalar sürerken sorunsuz şekilde ilerledi. Türkiye – Suriye sınırında, IŞİD’e ait tüm bölgeler ciddi bir dirençle karşılaşmaksızın alındı. Operasyonun hedefi Al Bab kendine kaydırıldığında ise, her şey bir anda değişti.
İmajın Yıkılışı ve Strateji Yoksunluğu
21 Aralık günü, Türkiye 14 şehit haberinin şoku ile uyandı. Al Bab kenti girişindeki hastane bölgesini ele geçiren Fırat Kalkanı güçlerine IŞİD’in saldırması ile 14 asker hayatını kaybetti; ayrıca bölge de yeniden IŞİD denetimine geçti. Bu durum yaşananların sadece medyaya kaçınılmaz olarak yansıyan boyutuydu. IŞİD Fırat Kalkanı birliklerini gafil avlamış, pek çok malzemenin yanında kullanılabilir durumda Tanklar dahi IŞİD’in eline geçmişti. Aynı gün IŞİD operasyon öncesi esir aldığı 2 TSK askerinin de canice yakıldığı, kan donduran görüntüleri yayınladı. Bu olayın ardında, aynı bölge için defalarca çatışmalar yaşandı. Bölge, Fırat Kalkanı güçlerince gündüz ele geçiriliyor, gecesine ise IŞİD bölgeyi geri alıyordu. Bu süreçte büyük can kayıpları yaşandı. Operasyon boyunca hayatını kaybeden 72 TSK askerinin büyük çoğunluğu Al Bab çevresinde hayatını kaybetti. 72 askerin yanında havuz medyasında hiç yer bulmayan ise, onlarca tankın ve zırhlı taşıtın da IŞİD’in eline geçmesi ya da kullanılamaz hale getirilmesiydi. Ayrıca, 72 askerin ölümü Fırat Kalkanı birlikteliğinin güçleri açısından toplam can kaybını da yansıtmıyor. Fırat Kalkanı Güçleri içerisinde TSK birlikleri dışında Türkiye tarafından beslenen onlarca cihatçı birlikten katılım söz konusudur ve bu operasyonda Türkiye destekli cihatçıların can kaybı 500’ü geçmişti. Özellikle yüksek can kayıpları ve ağır zırhlı araçların kaybedilmesi dünya kamuoyu nezdinde operasyonun mesajının tam tersine dönmesine sebep oldu. Operasyon ile Türkiye askeri gücünü kanıtlamayı ve ilerleyen Rakka benzeri operasyonlarda kilit güç olmayı hedeflemekteydi. Ama Rakka’nın coğrafik ve nüfus olarak 10da 1inden küçük bu kentte bu denli kayıp veren Türkiye büyük bir imaj çakılması yaşadı.
Böylesi bir durumun oluşmasında elbette IŞİD’in elinde son teknoloji ürünü tanksavar roketleri ve benzeri ekipmanların olması, IŞİD militanlarının cennette kendilerine örgütçe vaat edilen hurilerin hayali ile canlı bomba olmaktan kaçınmamaları etkili olmuştur. Yine de bu buzdağının görünen kısmıdır. Türkiye’nin Al Bab taarruzunda uyguladığı strateji tam bir faciadır. Şehrin tamamını kuşatmadan, doğrudan şehre yürünmeye başlanması Fırat Kalkanı Birliklerinin zırhlı araç ve tank avantajını yok etmiştir. Bölgedeki Quabasin, Bzaa ve Tadif isimli Al Bab’la bütünsellik oluşturan 3 şehir IŞİD’in elindeyken, Al Bab’a saldırılmaya çalışılması bıçağa yumruk etkisi yaratmıştır. Etraf tamamen IŞİD denetimindeyken ilerletilen zırhlı araç ve tanklar, yanlardan gelen roketlerle vurulmuş, çevre IŞİD’lilerle doluyken ilerletilen askerler, güvenliği alınmamış bölgelerde IŞİD’lilerin hedefi haline gelmiştir. Rakka’ya kadar uzanan IŞİD lojistik ağını kesmeye girişilmemesi ise, IŞİD’in kayıplarının yerini hızlıca doldurabilmesi sonucunu yaratmıştır. Daha da beter bir durum ise bölge halkı Fırat Kalkanı denetiminde olmaktansa IŞİD denetiminde olmayı tercih etmiştir. Türkiye’nin Türkmenleri kayırması ve Kürtleri düşman görmesi harekâtın meşruluğunu sarsmıştır. Fırat Kalkanı’nın kontrolü altına aldığı bölgelerde Kürt nüfusu sürgüne zorlaması IŞİD’in eline ciddi bir propaganda malzemesi geçirmiştir. IŞİD, “Türkiye gelirse Kürtlere etnik temizlik uygulayacak, o yüzden bizi destekleyin” minvalinde bildirileri basıp, bölgede dağıtmıştı. Cerablus gibi bölgelerde Arab nüfus çoğunluğuna rağmen Türkmenler’in daha etkin konuma getirilmesi çeşitli gerginlikler yaratmıştır. Ayrıca Fırat Kalkanı Birliklerinin çok çeteli yapısı Cerablus’ta farklı çetelerin haraç adı altında vergi toplamaya girişmesi sonucunu yaratmıştı. Cerablus’ta kalan halk gerçekleştirdiği sokak protestoları ile aynı dönemde çaresizliklerini dile getirmişti. Bu durumun Fırat Kalkanının ele geçirmek istediği bölgelerde de bir tedirginlik yaratabileceği, onlarca çete ile uğraşmaktansa, tek bir çetenin (IŞİD) tercih edilmesi durumunun oluşması, Türkiye’nin ise işgalci olarak görülmesi sonucunu yaratması kuvvetle muhtemeldir.
Bir Pirus Zaferi ve Günümüze Dair
Tüm bu durum sürerken, Suriye Ordusunun Halep üzerinden bölgeye yürümesi ve IŞİD’in bazı temel ikmal yollarını ele geçirmesi, Fırat Kalkanı “strateji uzmanlarının” bölgedeki üç kasabanın önemini sonunda, az da olsa kavraması ile Al Bab kenti IŞİD’den alındı. Alındı ama, Fırat Kalkanı güçleri Al Bab’ı alırken Suriye Ordusu da boş durmadı; Halep’ten Manbij’e doğru başlatılan bir taarruzla Suriye Ordusu bölgeyi IŞİD’den temizledi. Böylece Türkiye’nin Rakka’ya doğru ilerleyebileceği her hangi bir IŞİD hattı da kalmamış oldu. Diğer bir yandan ise Türkiye’nin Afrin ile Rojava’nın diğer kantonlarının temasını oluşturmama hedefi de başarısızlığa uğramış oldu. Al Bab üzerinden olmasa da, Afrin ile Manbij arasındaki bağ, Suriye Ordusu denetiminde Halep üzerinden kurulmuş oldu. Türkiye ise hem birbirinden, hem de onlara göre “münafık” Türkiye’den nefret eden, her fırsatta kendi aralarında çatışan onlarca cihatçı örgütle kontrolü altındaki bölgede baş başa kalmış oldu. Hem de 2 tarafı düşman olarak tanımladığı SDG denetimindeki Afrin ve Manbij, diğer tarafı ise Suriye Ordusu ile kuşatılmış durumda kalacak şekilde. İşte Türkiye’nin büyük Pirus Zaferi.
Bugün ise Türkiye, bir yandan ilk fırsatta kendini vurabilecek cihatçıları kontrol etmek ve desteklemek için sürekli kaynak aktarırken, diğer yandansa Rojava’yı sürekli tehdit etmekte ve yeni çatışmalar yaratmaya çalışmakta. IŞİD’in başkenti Rakka’yı kuşatmış ve almaya hazırlanan SDG güçlerine yönelik Türkiye’nin bu düşmanca tutumu, Fırat Kalkanı’nın Türkiye üzerinde yarattığı zayıf ordu imajı ile de birleşince hem ABD’nin, hem de Rusya’nın SDG’yi yanına çekmeye çalıştığı bir durumu yaratıyor. Türkiye ile Afrin sınırına çatışmaları önlemek adına Rusya’nın, Tel Abyad sınırına ise ABD’nin birlik göndermesi bu durumun en açık göstergesi.
Fırat Kalkanı operasyonu Türkiye için ordunun imajının sarsılmasının yanında, anaların yaktığı ağıtlarda kendini gösterdi. Bu yayılmacı stratejinin sürdürülmesi ve yeni Kürt düşmanı maceralara yelken açılmasının da yaratacağı sonuç hem Türkiye’de, hem de Suriye’de anaların ağıtlarının yükselmesi olacağı görülüyor.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu Lefkoşa Bölge Sorumlusu