FEMİNİST MÜCADELE* – Nazen Şansal

Hala bazı kesimlerce erkek düşmanlığı veya cadalozluk gibi algılanan feminizm, özünde eşitlik ve özgürlük talebidir. Hem de yalnızca kadınlar için değil, tüm toplum için… Feminizmin, Komünist Manifesto’daki meşhur sözlerle “bir kişinin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik” arayışında olduğunu söylemek hiç de abartılı bir benzetme olmayacaktır. Peki ama bizim küçücük toplumumuzda bile birbirinden farklı pek çok feminizm anlayışı varken nasıl bir mücadele ilmek ilmek örülecek ve bizleri eşit ve özgür günlerdeki o birliğe taşıyacaktır?

 

 

 

 

 Status-Quo_LG

Kapitalizmi işaret etmeyen bir feminizm baskıyı sonlandıramaz

Çeşitli kültürlerde ve toplumlarda tarihsel süreçlere göre farklılıklar göstermekle birlikte en genel hatlarıyla; cinsler arasındaki eşitsiz işbölümü, baskı ve toplumsal cinsiyet rollerinin kadınların aleyhine ağırlaşması, özel mülkiyet rejiminin ortaya çıkması ile bağlantılıdır. Üretim araçlarını elinde tutan mülk sahipleri bu gücü, miras yoluyla kendi soyuna aktarmak ister. Ve soyun belli olması için de kadının tahakküm altında tutulması gerekir. Kültürel boyutuyla da topluma nüfuz eden, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşam biçimini belirleyen bu eşitsizlik, kapitalizmle birlikte iyice pekişip yerleşir. Kapitalizmin farklı evrelerinde piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenen kadının toplumsal yaşamdaki yer(sizliğ)i, küreselleşme ve neo-liberalizmin kıskacında bugün yaşadığımız acımasız şekle bürünür. “Ürünleri için sürekli genişleyen pazar ihtiyacı, burjuvaziyi tüm dünyada takip eder, dünyayı kendi imgesine dönüştürür” diyen ileri görüşlü betimleme, bir başka deyişle sermayenin küreselleşmesi, emeği ile geçinen tüm kesimleri, en çok da kadınları olumsuz etkilemektedir. Yoksul üçüncü dünya ülkelerindeki kadınlar, çok uluslu şirketlerin taşeronlarına günde 12 saatten fazla çalışmakta, giderek yoksullaşmakta, göç etmeye, seks ticaretine  zorlanmaktadır. Keza sermayenin krizinin faturası olarak karşımıza çıkan neo-liberal politikalar (her şeyin özelleştirilmesi, piyasaya açılması) kadınların insanca yaşamasını olanaksız hale getirmektedir. Sözde sosyal güvenlik reformlarıyla kısıntılara gidilmekte, eğitim ve sağlık paralı hale getirilmekte, barınma ve enerji gibi temel haklar budanmaktadır. Kadınlar, dışarıda çalışsalar bile yeniden üretim alanındaki toplumsal rolleri gereği (evi çekip çevirme, çocuklara ve yaşlılara bakma, erkeklerin yeni iş gününe hazırlanmasından sorumlu olma gibi) neo-liberal politikalardan dolayı daha fazla emek yükünün altına girmektedir. Üstüne üstlük kapitalizmin patriyarka ve dinsel gericilikle kol kola ürettiği erkek egemen kültür sebebiyle, şiddete maruz bırakılmakta ve kendi üreme süreçlerini dahi kontrol etmelerine izin verilmemesi söz konusu olabilmektedir. Kadınların baskı altına alınmasından ve adaletsizlikten söz ederken özel mülkiyet rejimini ve kapitalizmi açıkça işaret etmeyen bir feminizm, bu baskıyı sonlandırmak konusunda yetersiz ve etkisiz kalacaktır. Oysa sermayenin, patronların ve üretim araçlarına sahip bir azınlığın olmadığı, kolektif ve kamusal üretime, dayanışmaya ve paylaşıma dayanan bir toplumda kadınların özgürleşmesi mümkündür. Kolektif mutfakların, çocuk bakımı, yaşlı ve hasta bakımının kamusal olarak yapıldığı yerlerin olduğu bir toplumda, kadınlar özel alana hapsolmayacaktır. Feminist mücadele, bir yandan böylesi bir toplumsal değişimi hedeflerken öte yandan bugün somut projelerle, kapitalist kültürle iç içe geçmiş olan erkek egemen kültürü değişime zorlamalıdır. Örneğin emeği savunan sendikalarda baskı grupları oluşturularak ücretsiz, nitelikli kreş talebi yükseltilmelidir. Dördüncü kuvvet olan medyada kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet haberlerinin eleştirel bir bakış açısıyla sunulması için kampanyalar yapılmalıdır. Grev ve eylemlere çekinmeden ön saflarda katılan kadınların örgütlerin karar mekanizmalarında da yer alabilmesinin koşulları yaratılmalıdır. Ev kadınlarının emeğinin görünür kılınması ve her emekçi gibi ev kadınlarına da sosyal güvenlik hakkı tanınması için mahallelerden başlayarak çalışma yürütülmelidir. Feminist mücadele verenler, emek ve sınıf eksenli mücadelelerle yol arkadaşlığı yapmalıdır.

 

 

ecofeminismEkoloji ve kültür yönelimli bir feminizm

Kapitalizmin cinsiyetçilikten beslenen karakteri aynı zamanda ekolojik yıkıma dayalıdır. Elbette bu, kapitalizm öncesinde ve reel sosyalizm deneyiminde kadınların, eşcinsellerin ve doğanın ezme-ezilme ilişkisinden azade olduğu anlamına gelmez. Ancak doğanın kar uğruna talan edilmesi, üretim tarzı ve tüketim ilişkileri bağlamında kapitalizme içerilidir. Bu nedenle, antikapitalist bir ufuk taşıyan feminist mücadelenin, patriyarka ile olduğu kadar doğanın sömürülmesi ile de bağlantısı olmalıdır. Ancak ekoloji yönelimli bir feminizm doğanın sömürülmesi ile kadının ezilmesi arasında bir bağ kurarken, bunu kadının doğayla özdeşleştirilmesi (çocuk doğurma ve besleme yetilerinin olması, barışçıl ve şefkatli karakteri vb.) üzerinden yapmamalıdır. Böylesi bir mistik yaklaşım, toplumsal cinsiyet rollerini yaratan tarihsel sosyo-ekonomik süreçleri görmezden gelmek anlamına geleceği gibi kadın=doğa, erkek=akıl yanılgısını da pekiştirecektir. Feminizm, kadınların doğayla kurduğu maddi ve kültürel ilişkiden ve ekolojik talanın en çok kadınları etkilemesi gerçeğinden beslenir. Kadınların toprakla, tohumla, suyla, iklimle ilgili önceki kuşaklardan da devralmış oldukları bilgileri vardır. Şimdilerde şehir yaşamında ihtiyaç kalmadığı zannedilen ve modern bilim tarafından da marjinalleştirilen bu bilgi, aslında doğa ile insanın uyumlu birlikteliğinin  göstergesidir. Nenelerimizin “minalayalar”ı, Hintli kadınların tohumlardan ilaç elde etmesi, ağaç bilimine dair Kenyalı kadınların yıllardır süregelen sözlü aktarımları gibi örnekler, kadın-doğa ekonomik ilişkisinin kültürel sonuçlarıdır. Bu kültüre sahip çıkılması, nostaljik bir kutsama ya da toplumsal cinsiyet rollerini ve bu rolleri oluşturan eşitsiz sistemi kalıcı kılmak anlamında değil, hayatın bilgisini egemenlere teslim etmemek içindir. Gelişmekte olan ülkelerde Dünya Bankası projelerinin, bizim coğrafyamızda ise TC’nin bilinçli olarak uyguladığı üretimden koparma gibi sosyo-ekonomik politikalar sonucu tüm toplum ve özellikle kadınlar emeklerinden yabancılaşmakta ve son tahlilde yoksullaşmaktadır. Ormansızlaşma, tarımın büyük şirketlerin tekeline geçmesi, çevre kirlenmesinden doğan hastalıklar, sel vb. felaketler hayatın ve başkalarının da yükünü omzunda taşıyan kadınları en fazla etkilemektedir. Dolayısıyla feminist mücadelenin örgüsü, çevre ve ekoloji mücadelesinin ilmekleriyle de şekillenmek zorundadır.

 

 

international-women-s-dayPost-modernizmin yanılsamaları

Modern gelişmiş batı toplumunun ve rasyonalizmin bir eleştirisi olan ve Marksizm, Liberalizm gibi büyük anlatıların geçersizliğini savunup, farklılık-çeşitlilik ve belirsizlikleri ön plana çıkaran post-modernizm, feminist mücadeleyi de etkilemektedir. Kadınlar arasındaki ırk, etnisite, kültür gibi farklılıkları görünür kılmak, feminizmin yalnızca gelişmiş ülkelerdeki orta sınıf kadınlara özgü bir ayrıcalık olmadığını vurgulamak, sömürgecilik ve emperyalizm eleştirisini de feminizme dahil etmek gibi olumlu katkılarına rağmen post-modern düşünce,  feminist mücadelede önemli sapmalara ve yanılsamlara sebep olmaktadır. Tarihsel meteryalizmi, cinsel baskıları ve ırk ayrımcılığını görmezden gelmekle itham eden post-modern feministler, bizzat kendileri kadınlar üzerindeki baskının asıl kaynağını açıklayamamaktadırlar. Yakından bakıldığında cinsel ayrımcılık ve ırk ayrımcılığı gibi olgular insanlara değil sisteme bağlıdır. Bu tür baskılar, üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin belirlediği sınıf ilişkilerinden kopuk değerlendirildiğinde cinsiyet ve ırk ayırımcılığına da çözüm bulunması olanaksızdır. Sınıf analizi yönteminin fazlasıyla genelleştirilmiş olduğunu söyleyerek kadınların yaşadıkları pratiklerin farklılığına , karmaşıklığına ve değişkenliğine vurgu yapan post-modern feminizm, kadınları pek çok dağınık, çeşitli küçük gruplara ayırmaktadır. Yalnızca farklılıkları göz önünde bulundurarak bunlar arasındaki evrensel/genel bağlantıları, ortak bir öz ve içerik olabileceğini reddetmek, feminist mücadelenin ortak bir hedef bilincini yitirmesine sebep olabilmektedir. Oysa özgül baskı biçimlerini (göçmen, şiddet mağduru, siyah, lezbiyen olmak gibi) görünür kılmak bu baskıyı sonlandırmak için önemli olmakla birlikte, direniş sınıflı toplumun genel toplumsal gerçeğiyle birlikte kurgulanmalıdır.

 

 

8martfotoSonuç

Kadınların tahakküm altına alınmasını, kimlik, ırk, etnisite veya cinsel yönelim gibi diğer yönleriyle birlikte ama esas olarak sınıf ve cinsiyetle bütünleşik olarak açıklayan ve ekoloji yönelimli bir mücadele anlayışı yaratılmalıdır. Feminist mücadelenin; sınıfı, kadınların yaşamında merkezi bir yerde görmesi ancak aynı zamanda cinsiyete, ırka, kimliğe, cinsel yönelime dayalı baskı biçimlerini sadece iktisadi sömürüye indirgememesi, öte yandan çevre ve ekoloji mücadelesini de kapsamına alması gereklidir. Bu bağlamda sosyalist feminizm, feminist mücadelenin anahtarıdır.

 

Kaynaklar:

Zeng Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi, Kalkedon Yayınları, 2011

Nazen Şansal, Argasdi, Feminizm ve Ekoloji, Sayı: 19

 

Nazen Şansal

Baraka Aktivisti

*Bu yazı Argasdi’nin 28.sayısında yayınlandı.

 

Be the first to comment

Leave a Reply