2017 yılının ilk saatleri Türkiye’de Reina saldırısı ile başladı. Daha bu saldırının şoku atlatılamadan, yaşanan olayların etkisiyle oluşan linç kültüründen Kıbrıs’ta da uzak durulamayacağı ortaya çıktı…
Barbaros Şansal’ın keyfi bir kararla sınır dışı edilmesi, aslında olayların hiç de uzağında olmadığımızı hatırlatırcasına gerçeği yüzümüze vuruverdi…
Örgütlü kötülük ile yüz yüzeyiz…
Adalet yerine linç, hukuk yerine keyfilik, barış yerine dehşet, hayat yerine ölüm, neşe yerine acı, huzur yerine kaosu koyan; adım adım üzerimize gelen, yaşam alanlarımıza giren ve sürekli burnumuzun dibinde biten, taammüden kötülük…
Kaçmak, unutmak, yok saymak mümkün değil; kafamızı ne yana çevirsek orada oluşuveriyor, kendimizi nereye götürsek bizimle geliyor…
Haklı olarak insanın morali bozuluyor…
Böylesine boğucu bir taciz ortamında, bireysel ve fevri çıkışlara sarılmak, kişisel yaşamın kabuğuna çekilip kaybolmak, uzlaşmacı ortamlara katılıp görünmez olmak, demoralize olup depresyona gark olmak gibi eğilimler geliştiriyor birçok insan…
Üzerimize gelmelerinin nedeni de bu zaten; bizi bu çıkmaz sokaklarda kaybetmek, varoluş sebebimizi bize unutturmak istiyorlar…
Barış istediğimizi unutturmak, özel sektörde çalışan emekçilerin sendika talebini haykıramaz hale getirmek, sanat ve edebiyattan uzaklaştırmak, kendi içlerindeki karanlığı bize de bulaştırmak…
Kendileri gibi, yaşamdan hiç umudu kalmamış, insanları sevmeyen, nefret ve hiddetle yoğrulmuş kişiler haline getirmek istiyorlar hepimizi…
Peki, ne yapmalı o halde?
***
Örgütlü kötülüğün karşısında teker teker durulamaz…
Ne kadar zengin, ne kadar entellektüel, ne kadar sosyal, ne kadar izole, ne kadar keskin, ne kadar uzlaşmacı olursak olalım; faşizmle mücadelede yeterli bir yol değildir bu…
Sussak da, konuşsak da; örgütsüzsek eğer, sıra bize de gelir, gelecektir…
Örgütlü kötülüğün karşısında, örgütlü bir şekilde durulabilir ancak…
Mahallemizi, arkadaşımızı, kendimizi, ailemizi ve yaşamı korumanın tek yoludur bu; örgütlenmek…
Örgütlenmek ve kendi medyamızı, kendi karar organlarımızı, kendi direniş odaklarımızı, kendi savunma mevzilerimizi yaratmak…
İçinde mutlu, üretken, neşeli, aşık, şeffaf ve hayat dolu olacağımız; kısacası rahatça kendimiz olup nefes alacağımız bir yaşam için bugünden ve şimdiden adım atmak dışında bir seçeneğimiz yok faşizme karşı…
***
Ve örgütlülük yanında iki şey daha: Neşe ve dayanışma…
Çünkü hayatın temeli neşedir. Üretmenin hazzı, sevmenin keyfi, soğuk duvarları titreten umut dolu bir kahkahanın verdiği enerji… Faşizme karşı direnmenin olmazsa olmazlarından biri, hayatı savunmak, umut ve neşeye sahip çıkmaktan geçer…
Melankolilere gark olup, kederlerde boğularak, hüzün ve kasvet içinde üremez çünkü yaşam…
“Duygusal” kelimesini, “kederli” olarak anlayan ve anlatan tüm sözlükler faşisttir, çünkü yaşamın en sarsıcı duygusu sevgidir, umuttur, neşedir…
Dayanışma ise, tekil bireylerin ve tekil örgütlerin kendi doğruculuğunun dışındaki hakikatlere kucak açabilme basireti gerektirir. Kendisi için destek, kendine yönelik onay talebi, faşizmin özelliğidir. Kendi dışındaki kişi ve örgütlerin farklı düşünce ve yöntemlerine adalet temelinde sahip çıkmaksa yaşamın zenginliğini kucaklayabilmenin şartlarından biridir. Dayanışma kelimesini, kendinizin veya örgütünüzün neresine yazarsanız yazın; kendiniz dışında kimse ile dayanışmıyorsanız, bunda yanlış giden bir şeyler var demektir.
Bu yüzden bugün, bizi atomlaştırıp, bireyci bir kasvet içine gömmek isteyen faşizmin karşısında; yaşamı, umudu, hayatı, neşeyi ve dayanışmayı örgütlemeliyiz, örgütlenmeliyiz…
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti