Bir eğitim – öğretim yılını daha geride bıraktık. Hayatımızın her alanında olduğu gibi, eğitimde de pandeminin getirdiği zorlukları ve sıkıntıları hep birlikte yaşadık. Bu süreçte herkes çok zorlandı. Alışık olmadığımız bu durum, zaten sorunlu bir eğitim sistemiyle uğraşan bizleri çok daha büyük sorunlarla baş başa bıraktı. Bir öğretmen gözüyle, geride bıraktığımız eğitim yılını kısaca değerlendirmek maksadıyla bu yazıyı kaleme alıyorum.
Bu yıl eğitim her zamankinin aksine, eylül ayının başında başladı. O tarihe gelene kadar, bildiğiniz üzere 2020 yılının mart ayında ülkemizdeki ilk corona vakasından beridir okullar kapalıydı. Bu 15 günlük erken açılma durumunun, bakanlık tarafından açıklandığı gibi bir önceki yıldaki kayıplarını telafi etmekle bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Zira söz konusu kayıp 15 günde telafi edilebilecek bir kayıp değildi. Gerçek şu ki bu karar, toplumun bazı kesimlerindeki “öğretmenler altı aydır yatıyor” algısını kırmaya yönelikti.
Okullar eylül ayında “uzaktan eğitim” kararıyla açıldı. Bakanlık tüm yaz boyunca “uzaktan eğitime hazırız” propagandası yaptı. Ancak eylülde uzaktan eğitime başlama vakti geldiğinde, bakanlığın bu konuda aslında ne kadar hazırlıksız olduğunu, günü birlik kararlarla günü kurtarmaya çalıştığını gördük. Okullarda tam bir kaos yaşandı. Ne okul idarecileri ne öğretmenler ne de veliler ne yapacağını biliyordu. Bu süreçte kktc gerçeğini iliklerimize kadar hissettik. Planlamaymış, düzenmiş, öngörüymüş hak getire. Uzaktan eğitimin sürdüğü yaklaşık bir ay boyunca bu kaos artarak devam etti. Bu süreçte özel okullarla devlet okulları arasındaki eşitsizlik daha da arttı. Özellikle yoksul aile çocuklarına yönelik hiçbir hazırlık yapılmamıştı ve uzaktan eğitim için gerekli cihaz ve internet sağlama konusunda çok yetersiz kalındı. Hiçbir şey yüz yüze eğitimin yerini tutamazdı ancak kötü planlanmış hatta hiç planlanmamış bir uzaktan eğitim hiç tutamazdı. Uzaktan eğitime başladıktan yaklaşık bir ay sonra ekim ayının başında, seyreltilmiş şekilde yüz yüze eğitime başlama kararı açıklandı. Peki bu geçen bir aylık süreçte salgın kontrol altına alınmış mıydı da öğrenciler okula çağrılmıştı. Hayır, ancak uzaktan eğitim konusunda bakanlık adına ortada ciddi bir başarısızlık vardı. Bu kararın biraz da bu başarısızlığın baskısından kurtulmak adına atılmış bir adım olduğunu düşünüyorum. Alelacele yüz yüze eğitime başlandı ancak okullarda kimseyi tatmin edecek kadar önlem alınmamıştı. Bakanlık tarafından okullara çok kısa bir süreliğine yetecek kadar hijyen malzemesi gönderildi, gerisi için top okul idarelerine atıldı. Okullar kendi kısıtlı imkânlarıyla birtakım önlemler aldı. Bakanlık bu konuda da sınıfta kalmıştı.
Okullar yaklaşık üç ay boyunca açık kaldı. Bu süreçteki en doğru kararlardan biri alınarak şubat tatili ocak ayının başına çekildi. Ülkede artan vakan sayıları nedeniyle okullar tatil sonrası iki günlüğüne açıldı ve tekrardan kapandı. Ocak ayının sonundan itibaren uzaktan eğitime tekrardan geçildi. Ancak bu kez öğretmenler de aileler de daha hazırlıklıydı ama bu süreçte yine hep bir belirsizlik vardı. Ne kadar sürecek, eğitimin en önemli unsurlarından birisi olan ölçme – değerlendirme nasıl yapılacak gibi sorular hep kafamızdaydı. Bakanlık tarafından bu soruların hiçbirine tatmin edici bir yanıt gelmedi. Uzaktan eğitim, beklenenden çok daha uzun sürdü. Yaklaşık beş ay boyunca hem çocuklar hem aileler hem de öğretmenler için oldukça zorlu bir süreç yaşandı. Özellikle ilkokul çağındaki çocukların ekran başında saatlerce vakit geçirmelerinin ve okuldaki sosyal ortamdan uzun süre uzak kalmalarının sakıncaları uzmanlar tarafından sürekli olarak dile getirildi ancak eğitim bakanlığı yüz yüze eğitime geçebilmek için gerekli hazırlıkları yapmaktan geri duran bir tutum sergiledi. Şubat ayında Milli Eğitim Bakanı Olgun Amcaoğlu, okullardaki herkesin aşılanması yapılmadan yüz yüze eğitime geçilmeyeceğini ve nisan ayının başına kadar tüm aşılanmaların tamamlanarak yüz yüze eğitime başlanacağını duyurdu. Bu son derece güzel bir gelişmeydi ama kktc gerçeği bir kez daha yüzümüze tokat gibi çarptı. Nisan ayı geldiğinde hiçbir aşılama programı açıklanmamış, öğretmenlerin neredeyse hiçbirine aşı yapılmamıştı. Sayın bakan sözünde duramadığı için özür dilemek yerine, kendi başarısızlığını örtmek için aşılanma olmadan okulları açmak istemedikleri bahanesiyle öğretmenleri toplumun önüne attı. Oysaki aşı olmadan okulların açılmayacağını söyleyen bizzat kendisiydi. Uzaktan eğitim sürecinde canla başla çalışan, yüz yüze eğitime göre katbekat fazla emek harcayan öğretmenler bir kez daha topluma “çalışmayan, yan gelip yatan” bir meslek grubu olarak yansıtılmaya çalışıldı. Bu süreçte öğretmenler arasında da öğretmen sendikalarının aşılanma olmadan okulların açılamayacağı noktasındaki ısrarı üzerine “daha annem babam aşı olmadan ben aşı olmak istemiyorum.” noktasında kutuplaşmalar yaşandı. Oysaki konu çok basitti. Anne babalarımız ile kendimiz arasında bir tercih yapmak zorunda olmayı reddederek, “hem annemi – babamı hem yaşlılarımızı hem de öğretmenleri aşılayın” demek en doğrusuydu.
Sonuç olarak aşılanma olmadı ve okullar da haziran ayının ortasına kadar uzaktan eğitime devam ederek seneyi tamamladı. Ancak şunu net olarak gördük ki uzaktan eğitim ile bu işi uzun süre sürdürebilmek mümkün değildir. Şimdi önümüzde üç aylık bir süreç var. Bu süreçte eğitim bakanlığının geçen yılki gibi yumurtanın kapıya dayanmasını beklemeden, eylül ayında okulların yüz yüze eğitime başlayabilmesi adına tüm çalışmaları daha şimdiden yapması gerekir. Çünkü artık ne velilerin ne öğretmenlerin ne de öğrencilerin daha fazla uzaktan eğitim yapmaya sabırları kalmadı.
Mehmet Adaman
Baraka Aktivisti