Bugünlerde günlük hayatımızın bir parçası olmuş olan Kıbrıslı Türk siyasetine yönelik Ankara hükümetlerinin fiili müdahaleleri aslında Kıbrıs sorunu kadar eski bir maziye sahiptir.
Sağ ve faşist çevreler tarafından çoğunlukla “Türkiye düşmanlığı” şeklinde gösterilerek konuşulması dahi engellenmek istenen siyasi yaşamımıza dair bu müdahaleler ucu TMT içi tartışmalara kadar dayanan bir konudur.
1974’ten günümüze dozajı her geçen gün artan bu müdahaleler zaman içinde kktc’nin resmi makamları arasında dahi tartışma konusu olmaya başladı.
Sanırım herkes duymuştur Tahsin Bey’in basında yer alan o mühim açıklamalarını.
Dışişleri Bakanı olarak “çok yoğun çalışan” Tahsin Ertuğruloğlu, “dışişleri ve savunma alanlarındaki yetkilerimizi Türkiye’ye devretmekten ve Türk savaş gemilerinin Kıbrıs Cumhuriyeti adına petrol arayan gemileri vurabileceğinden” bahsetti bu hafta.
Ardından bu açıklamalara tepki gösteren Cumhurbaşkanı Akıncı’ya cevap niteliğinde bir basın açıklaması yaptı ve Akıncı’yı “Kıbrıslı Türklerin beynine kurşun sıkmakla” suçladı.
Bu açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Basın Sözcüsü Barış Burcu “seviyesiz” diye cevap verdi Ertuğruloğlu’na.
Bu yazı yazılırken başlayan açıklama savaşı bu raddedeydi.
Öte yandan Tahsin Ertuğruloğlu, sık sık gündeme getirdiği Türkiye’ye bağlanma açıklamalarıyla ve faşist icraatlarıyla da sürekli tartışma konusu olmakta.
Peki, şu sıralar Ertuğruloğlu üzerinden yükselen sağ cenahtaki bu atağın sebebi nedir?
“Yetki devretme ve bağlanma” söylemleri üzerinden yükseltilen bu teslimiyetçi siyaset Tahsin Bey’in kendi fantezisi midir yoksa daha bütünlüklü bir siyasal projenin bir parçası mıdır?
Bunu anlamak için daha büyük resme bakmamız gerekli.
Türkiye’de 15 yıldır süren AKP iktidarıyla birlikte Ankara’nın Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik sürdürdüğü dayatma siyasetinde de gözle görünür bir vites yükseltme yaşanmaktadır.
Bu hem AKP’nin siyasal karakteri, hem Kıbrıslı Türk işbirlikçi siyasetlerin omurgasızlığı hem de neo-liberal dönemin bir sonucudur.
Daha önceleri belli başlı konularda kısmi bir müdahaleyi yeterli bulan Ankara, AKP’yle birlikte Kıbrıs’ın kuzeyinde neredeyse her konuya müdahale etmektedir.
Siyaset, ekonomi, güvenlik, eğitim, turizm, inanç, kültür, doğa… Neredeyse her şey AKP’nin ablukası altındadır.
Müdahalenin boyutu bu şekilde olunca kendi siyasal kariyerini Ankara’ya bağlamış olan siyasal özneler de ona göre bir şekle girmektedir.
Yeri geldiğinde Ankara’daki hükümetleri pasif bulacak kadar “Ankaracı” olan Rauf Denktaş’ın kendi için yarattığı ve Ankara ile uyumlu işbirlikçi siyasetlere yarattığı kısmi özerk alan dahi yoktur artık.
Göstermelik saygı bile asgaridedir.
AKP’nin dayattığı Ankara ile uyumlu çalışmanın karşılığı, “maaşınız kaç?” sorusuna “7,5-8 efendim” diye cevap veren dönemin başbakanı İrsen Küçük ile cisimleşebilecek bir onursuz siyasettir.
Ve bu sadece kendini sağ olarak tanımlayan partilerin değil Ankara’yla uyumlu olmayı hedefleyen her partinin kaçınılmaz pratiğidir.
Aradaki farklar biçimsellikten öteye gidemez.
UBP’nin Dışişleri Bakanı’na yürütmekle yükümlü olduğu işleri devretmekten bahsettiren, Kıbrıslı Türk halkının neredeyse bir bütün halinde karşı olduğu koordinasyon ofisini DP’nin Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş’a ölümüne savundurtan, Dönemin CTP Başbakanı Özkan Yorgancıoğlu’na İlahiyat Koleji kurdelesi kestirten faktör Ankara’yla uyumlu çalışma siyasetinden başkası değildir.
Ankara’yla uyumlu çalışmanın adı AKP’ye kendine bağlı bir mahalle örgütü gibi itaat etmektir.
Tüm bunlar üstünden açıkça görüldüğü gibi Kıbrıslı Türk siyaseti bugün bir ikilemle karşı karşıyadır.
Kıbrıs sorununda bir hareketlilik yaşanır veya yaşanmaz(ki bu da Ankara’yla kurulan ilişkiyle yakından alakalıdır) geçerli olan bu ikilem; Ankara’yla kavgayı göze almayan bir siyasetin mevcut hükümetle aynı sonucu yaşayacağıdır.
Verilmesi gereken bu kavgayı da dayatan AKP’dir.
Çünkü Ankara hükümetlerinin geleneksel Kıbrıs siyaseti Kıbrıslı Türk halkının çıkarlarıyla çelişmektedir ve bu siyasetin AKP ile ulaştığı nokta merkez sol siyasetlere dahi alan bırakmamaktadır.
Göstermelik bir iktidarın da, Ankara’yla uyumlu bir muhalefetin imkanı da yoktur.
Dolayısıyla bugünün mevzusu aktif siyasete yeni girmeyi “temizlik” ya da başkan değiştirmeyi yenilik sayan partilerin varlığı değil AKP ile karşı karşıya gelmeyi göze alan bir siyasal hareketin yaratılmasıdır.
Bu mücadelenin zemini hazırdır, eksik olan bu zemini temsil edecek siyasal iradedir.
Giderek daralan bir alanda bizim için tek seçenek direnmek, gerisi onursuz bir teslimiyettir.
Aksi takdirde her seçim bir “aynı” değiştirmek olacak ve daha da kötüsü halk bu çemberin dışını hayal etmeyi bile bırakacaktır.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu Örgütlenme Sekreteri