Bize söylenen en büyük yalanlardan biridir bu dünyada eşitlik ve adaletin olamayacağı. Bu söylemi savunanlar insanlar arası, dahası ırklar arası doğuştan var olan farklılıklara vurgu yaparlar ve derler ki: “Doğuştan farklıyız. Nasıl eşit olalım ki?”
Kölelik sistemi bu söylem üzerine ortaya çıkmıştır. Dünyanın çok büyük bir kısmının Avrupa ve sonrasında ABD tarafından kolonileştirilmesi bu söylem üzerine gerçekleşmiştir. Şovenizmin ve faşizmin altyapısı böyle oluşmuştur. En vahşisinden kapitalizm böyle ortaya çıkmıştır.
Tüm tarihsel süreçlerde farklı doğuş sonraki farklılaşmaları (yani eşitliğin ve adaletin olmamasını) haklı çıkarmak ve mantığa büründürmek için kullanılmıştır. Örneğin kölelik sisteminde beyaz olmayanlar doğuştan beyaz olanlara hizmet etmek için yaratılmış aşağı insanlar olarak görülür. Köleler çalıştırılır, cinsel olarak kullanılır, fazlalıklar ve işe yaramayanlar öldürülür. Bu efendinin en doğal hakkıdır.
Örneğin Avustralya’da doğan bir Aborijin aslında o coğrafyanın esas sahibiyken farklı görüntüsünden, farklı zekasından (çünkü Aborijinlerin ekolojik zekası, matematiksel zekayı en üste koyan medeniyet tarafından aşağı görülür) dolayı dezavantajlı doğar ve öyle de büyür. Sistem kendi yarattığı sorunu Aborijinlerin doğasına yükler. Onlar zaten zayıf kişilikli, düşük zekalı, barbar insanlardır. Hatta insansıdırlar ve insan olmak için eğitilmeleri gerekir.
Örneğin bugün işçi cinayetlerine kurban gidenler, bazılarına göre işin doğası gereği ölürler. Onlar zaten eğitimli olmadıkları için, ya da Viyetnam’dan, Bangladeş’ten, Suriye’den, Türkiye Kürdistan’ından geldikleri için beyaz Türklerle ve beyaz Kıbrıslı Türklerle asla eşdeğer değillerdir. Bu doğaldır. Birileri zengindir ve zenginliklerini göstermek için büyük büyük yapılar inşa ettirmeleri de, o inşaatlarda yaşamak için emeğini satmak zorunda olanların ölmesi de normaldir.
Örgütlü dinlerin gelişmesi de bu tarihsel süreçlerden bağımsız değildir. İnsanların eşitlik ve adalete ancak ölümden sonra öte dünyada kavuşabileceği fikri örtük olarak bu dünyada bu kavramların olmadığı anlamına gelmektedir. Nerdeyse tüm dinlerde ruhban sınıflarının olması ve bu sınıfların sıklıkla sömüren sınıflarla işbirliği yapması tam da bundan dolayıdır. Üstelik aynı dinler birey olarak insanlara iç huzur ve dinginlik önerirken aynı zamanda şunu söylemektedirler: “Gözünüzün önündeki adaletsizliğe ve eşitsizliğe ses çıkarmayın. Acı çekerseniz, sömürülürseniz ya da başkalarının acı çektiğini, sömürüldüğünü görürseniz emin olun ki öte dünyada bunun hesabı sorulur. Hesabını siz sormayın, Tanrı zaten soracaktır.”
Söylemin karşısına bilimle çıktığımızda Evrimsel Psikoloji çalışmaları net bir biçimde eşitlik ve adalet kavramlarının doğuştan getirdiğimiz özellikler olduğunu ortaya koymaktadır.
Bize yakın türlerden Capuchin Maymunları kendilerine düşük nitelikte yemekler verildiğinde isyan etmektedirler. Bir yaşından küçük bebekler eşitlik adalet gibi soyut kavramları henüz kavramamışken izledikleri bir animasyonda diğer iki hayvanın önünde bir şey yokken bir hayvanın üç yiyeceğe sahip olmasıyla, üç hayvanın eşit derecede birer yiyeceğe sahip olmasına farklı tepki vermektedir.
Eşitlik ve adalet yoktur, öte dünyadadır diyenlere vereceğimiz cevap çok açıktır: doğal olan bu kavramlardır. Doğal olmayan ve feodalizmin, kolonyalizmin, şovenizmin, kapitalizmin ve bugün neo-liberalizmin ağız birliği ettiğiyse yaratılmış ve bize bellettirilmeye çalışılandır.
İşte bu nedenle insanların eşitsizlik ve adaletsizlik algıladıkları her durumda isyan etmelerinden daha doğal bir durum olamaz. Her insandaki bu isyan potansiyelini bilmek devrim dediğimiz şeyin aslında her gün, her an yaşanmakta ve biriktirilmekte olduğunu da göstermektedir. Yeter ki eşitsizlik ve adaletsizlik karşısında sergilenen bireysel isyanlar örgütlenebilsin.
Fatih Bayraktar
Bağımsızlık Yolu Üyesi