Seçimler sona erdi. Sonuç ise en basit ve popüler ifadesi ile “Eroğlu tumba” oldu. Bu sloganı açarsak ise bunca yıldır kurulan torpil, çıkar ilişkisi, yandaşlık, hamaset, milliyetçilik ve işbirlikçilik siyaseti tumba oldu.
26 Nisan 2015 tarihi Kıbrıslı Türkler için potansiyel olarak barındırdığı en hayırlı sonuçla bitti; Mustafa Akıncı artık cumhurbaşkanı. Bu sonuçlar için çabalayan, heyecan duyan ve umutlanan herkes 1-2 gün sevinmeyi hak ediyor elbet. Az bir şey değil statükoya böylesi zarar vermek.
Peki ya sonra?
Kıbrıslı Türkler sandıkta bir kez daha başka türlü bir şey istediklerini haykırdılar. Anayasa referandumu da, belediye seçimleri de bunun örneğiydi. Sistemin adaylarında olmayanı istemekte insanlar. Yani kimsenin yavrusu olmadan kendi iradesi ile barış içinde bir geleceği çizebilmeyi, bağımsız bir adanın huzurlu yurttaşları olabilmeyi…
Bunun için ise sağlam bir irade, farklı bir yönetimi istiyor insanlar. Bundadır ki aynı yönetimin yeşili ile turuncusu arasında değil, çok daha farklı yerlerde aradılar alternatiflerini…
Lakin “ya sonra”, bu ilk tumba oluşu değil adamızın kuzey yarısında statükonun. Daha önce 2004’te de yaşanmıştı bir benzeri. O dönem umutlar yeşermiş ve Talat konmuştu değişimin adı. Ama halk için hiç iyi olmadı sonu. Ardından ise büyük bir demoralizasyon…
Akıncı da yarın çok büyük umutları taşıyacak zeytin dalından çantalarda saraya sırtında. Bu umutların altında kalmamak için omuz verdirtmeli umutların sahiplerine. Yani halk için yönetmeye çalışmak yerine, halkla birlikte çizmeye çalışmalı geleceği.
2000’lerde ki tumba oluşta çok büyük gerçekliklerin karşısında ezilmişti Talat; Türkiye’nin üzerimizdeki etkisi, AB – BM parametreleri, velhasıl kilisenin etkisi…
O dönem gösterdi ki bize gerçeklikleri kavrayacak değil, aşıp değiştirecek lider lazım bu adada. Çünkü yok oluşa sürüklenmek Kıbrıslı Türklerin esas gerçekliği.
Saraya girmek değil, sarayları yıkana kadar yürümek
Akıncı’ya oy verenlere, pek de tabi destekleyen örgütlere de düşüyor bir o kadar sorumluluk. Saraya girmek değil, sarayları yıkana kadar yürümek esas mesele. Daha önce Fidel Castro bile tek başına bir şeyi değiştiremez demiştim. Halen de arkasındayım bu sözün.
Akıncı’nın her doğruya adım atışında yanında atmak adımı, yanlışa atılan her adımda ise arkasından “hey nereye yol bu tarafta” diye ısrarla seslenme görevi düşüyor bizlere. Bir de statükonun peşi sıra sistemi de sarsacak yeni yollar açmak sorumluluğu duruyor üzerimizde.
Aksi takdirde umutların yeşerip kuruduğu dönemi bir daha yaşamak, apartmanın bilmem kaçıncı katından bir kez daha zemine çakacaktır bizleri. Bu acı da yaşanır ve kalkılır. Lakin pek de çekici değil elbet.
Bugün değişim için, barış için, gelecek için atan kalplerin mutlu günü. Bırakalım bugün özgürce atsın kalbimiz. Yarın ise düşünelim beynimizle “ya sonra” kısmını, kalbimizin sonsuza dek özgürce atması isteğiyle.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.