CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın “Türkiye’nin istemediği bir şeyi ona dayatacak ne yetkimiz, ne de gücümüz var” şeklindeki açıklamasını gördüğümde, aklıma 2013 seçimlerinde Toplumsal Varoluş Güçleri listesinden aday olduğumda, birlikte katıldığımız TV programlarında yaptığımız tartışmalar geldi.
Bu programlarda Erhürman ısrarla TC ile ilişkileri “vesayet” diye adlandırıyor ve bu ifadenin “işgal” ile farkını da şöyle izah ediyordu: “işgal dışardan dayatılan tek taraflı bir yönetilme ilişkisidir. Oysa vesayet içerden talep edilen bir yönetilme ilişkisidir.” Yani o vakitler Erhürman, Kıbrıs’ta bizi TC’nin yönettiğini ancak bu durumun TC’nin isteği ile değil bizim talep etmemiz nedeniyle ortaya çıktığını söylüyordu. Erhürman’a göre bizim her olayda TC’ye başvuran beceriksiz yöneticilerimiz değişirse (kendisi yönetici olursa) zaten TC’nin de istemediği bu durum sona erecekti…
Erhürman’ın işgal tanımı da vesayet tanımı da kavramsal olarak yanlıştı, bunu o zamanlar beraber katıldığımız her programda defalarca kanıtladım. Dahası bir an için tanımların doğru olduğunu bile varsaysak, Kıbrıslı Türkler ile TC’nin ilişkilerine denk düşmüyordu. Ama bu gerçekler, o vakitler kendilerine radikal bir başkan adayı bulduklarını düşünen CTP’nin “kızıl” tabanının alkışları arasında boğuldu, duyulmadı, düşünülmedi.
Şimdi Erhürman başbakanlık koltuğundan kıç üstü düşüverince, o bir zamanlar yanlış söylediği sözlerden bile döndü! Son açıklamasında, TC’ye herhangi bir şeyi dayatamayacağımızı ancak bu olguyu değiştirilemeyecek bir gerçek olarak kabul edersek “halkımızın geleceğinin parlak bir şekilde gelişebileceğini” iddia ediyor.
Erhürman’a “hani bu ilişkiyi TC de istemiyordu, hani vesayet bizim beceriksiz yöneticilerimizden kaynaklıydı” diye sorulabilir. Veya “akademik etiği olan her bilim insanı, yanlış çıkmış iddiasının yanlışlığını önce kendisi ilan eder, sen neden susuyorsun” denilebilir. Emin olun ki bir faydası olmayacaktır. Erhürman, uzun süreden beridir kendi fanlarının alkışları dışında her sese kulaklarını tıkamış durumdadır. Duymaya açık olduğu diğer ses ise AKP yöneticilerinin talimatlarıdır. Her akademik şarlatan ve her politik dönek gibi, Erhürman da sadece çanağına kemik koyacakların sözü ile kendi sesini duyacak şekilde şartlanmıştır.
Onun için gelin Erhürman’ın tıpkı 2013’teki gibi kasıtlı bir şekilde yanlış ifade ettiği olgulara dair biz kendimiz düşünelim…
Eğer Erhürman’ın bugün iddia ettiği gibi “Türkiye’nin istemediği bir şeyi ona dayatacak ne yetkimiz, ne de gücümüz” yoksa; 2013’te ortaya koyduğu “vesayet bizim talebiz nedeniyle vardır, TC’nin suçu yoktur” yaklaşımının yanlış olduğu zaten açık…
Peki “Türkiye’nin istemediği bir şeyi” beyhude bir şekilde “ona dayatamamak” ve bunu bilerek hareket etmek ne demektir? Bu durum halk arasında “bükemediğin bileği öpmelisin” veya “kaçınılmaz durumlardan zevk almaya bak” şeklinde ifade edilen ezik ve onursuz yaklaşımdan hangi bakımlardan farklıdır?
Erhürman bunu açıklamıyor ancak bunu bilerek hareket edilirse “halkımızın geleceğinin parlak” olduğundan gayet emin konuşuyor. Zaten Erhürman her zaman kendinden emindir. Kendisinin önceki açıklamalarını gene kendisi yalanlarken de böyle olması şaşırtıcı değil. Yalan söylemenin birinci şartıdır bu; öyle kendinden emin konuşacaksın ki, yalanına sen bile inanacaksın… Erhürman bu konuda iyi olduğunu 2013’te kanıtlamıştır…
Bu konuda tartışılacak son bir boyut daha var: Kıbrıslı Türklerin gerçekten de Türkiye’nin istemediği bir şeyi ona dayatacak ne yetkisi, ne de gücü yok mudur?
Buna iki şekilde yanıt verebilirim: Birincisi, bir halkın kendi varoluşunu devam ettirmek ve kendi geleceğine ilişkin kararları kendi başına almak isteği ne zamandan beridir başka bir devlete bir şey dayatmak anlamına geliyor? Erhürman ne zamandan beridir TC’nin bizim üzerimizde uyguladığı iradeyi bir hak olarak görmeye başladı ki, aksini “dayatma” olarak tanımlıyor?
İkinci yanıtım ise daha doğrudan olacak: Kıbrıslı Türklerin Türkiye karşısında askeri veya ekonomik bir gücü olmayabilir. Ama politik ilişkilerde bir halkın kendi iradesini gerçekleştirmesi için gerekli gücün bundan ibaret olduğunu kim demiş? Kıbrıslı Türklerin düzgün bir politik önderlik ve doğru zamanda doğru stratejik adımları atacak bir yaklaşımla başarabileceklerini bilmeyecek kadar yüzeysel bir siyasetçi, önüne gelenin elini öpebilir. Ama kirlettiği sadece kendi dudakları olacaktır. Dünyada aksi yönde onlarca örnek var ama uzağa gitmeye hiç gerek yok, Kıbrıslı Türkler 1960’larda ekonomik olarak mı yoksa askeri olarak mı Elen şövenistlerinden daha güçlüydü? “O günler çok geride kaldı” diyecek olanlara, ABD destekli İsrail karşısında onuruyla direnen Filistin halkını hatırlatmamıza izin verin…
Uzun lafın kısası, kendi halkını küçümseyen ve öğrenilmiş çaresizliğini herkese benimsetmeye çalışan her ezik işbirlikçi gibi Tufan Erhürman’ın da; bir halkın onur duygusunun içinde nasıl bir güç barındırdığını ve hep beraber “hayır” deme basireti gösterildiğinde neler başarabileceğini anlaması mümkün değildir. Çünkü işbirlikçiliğin ilk şartı kendi onurundan vazgeçmek ikincisi ise “hayır” kelimesini sözlüğünden çıkarmaktır…
Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri