Ergenekon’dan biliyoruz.. Enayiliğiniz yeni değil, havadis etmene de lüzum yok, daha evvelden de okuduk, biliyoruz.. Asıl enayilik odur ki, benzer durumlardan farklı sonuçlar çıkacakmış gibi, ve biz de buna öyle değil demeyeceğiz zannedip de köşe gönderinden bize maval okumak.. Şimdi birkaç nüshasını örnek alıp bizim burada uygulamaya çalıştığınız bu algı inşası yeni değildir.. 2007 yılına gelindiğinde, TC’de de iki büyük sermayenin iktidarının önündeki tek engel olan kışlanın ortadan kaldırılması lazımdı.. Birleştiler, biliyorsun.. Ergenekon kılıfı ile askeri vesayet yenilecek demokratikleşme gerçekleşecek dediler.. Ve başladılar yazmaya.. Yazı için sadece kağıt değil bir gazete de lazımdı.. Çünkü bilirsin ancak bir gazete bir yalanı örtebilecek ve katlayabilecek ve koltuk altına alabilecek olandır.. Bu kılıf siyasetine uygun kılıf gazeteleri çıkardılar, en meşhuru da Taraf idi, iyi bilirsin.. Taraf her sabah manşetinden sürdüğü puntolarla iki büyük sermaye iktidarının silahını kime/nereye sürdüğünü de gösteriyordu adeta… Tarihe tetik gazeteciliğini böyle bıraktılar.. Her şeyle oynadılar, o kadar çok oynadılar ki, artık oynanacak bişey kalmadığında, birbirlerine oynamaya başladılar.. Şimdi oyunculardan bir kısmı mahpushaneden oynuyor.. Çünkü kendi aralarında oynuyorlardı, kendi kavgalarıydı, enayilik o ki bize de sanki bizim kavgamız gibi göstermeye çalıştılar.. Bilirsin belki, hani bizim barışımız gibi, hani şu övdüğün iki otel, bizim otelimiz gibi, bizim özgürlüğümüz gibi, bizim demokrasimiz gibi.. Değilmiş. Gördük.. Aslında her şeyler o bir kelime kadar basitmiş, yıllar sonra böyle okuyacağız bunların tarihini de, gazetesini de, manşetlerini de, sizleri de: SIFIRLA. Her şeyi sıfırladılar. Şimdi sizler de, gazete kılığında, gazeteci kılığında, parti kılığında, politikacı kılığında, barış kılığında, özgür basın kılığında, özgürlükler kılığında her şeyi sıfırlamak için, her sabah taraf tipi gazetecilik ile, öyle olması gerektiği için öyle olması gereken ne varsa öyle olmaması için öyleymiş gibi yapmanın peşindesiniz.. Sizi tanıyoruz, enayi değiliz…
Ne zaman insani iki cümle edilmeye kalkılsa ve insanca bir şey için konuşulmaya başlansa bizim burada da peyda eden demo-tarafçılar hemencecik sözün ve tarihin yerini değiştirerek manşetlerini sürüyorlar.. Hoş geldiler.. Malum anayurdumuzdan adaya hep kerhaneci, kara para aklayıcı, otelci, 2 cesur yürek yatırımcı, silkmede bronz koparmada altın sahibi madalyacı, hırsız, katil gelecek değil ya, bu arka bahçe şen bahçedir, çiçeklerle doludur, niye bir de taraf tipi gazetecilik gelmesin.. Şimdi tam oldular.. Madalya takma geleneği yeni değildir, cesur yürek yatırımcı tabiri de yeni değildir, Yavuz Donat’tan bu yana bir devlet geleneğidir, aferin güzel abim, iktidarlar değişse de devlet geleneği bozulmasın, Yavuz Donat’tan bir adım sonrası Mehmet Barlas olmaktır, bu bir devlet geleneğidir, dilerim olursun, sen kürsüye çık madalyanı ben takarım..
Çünkü, sen diyorsun ki misal atıyorum, özelde çalışanların sendikalaşması lazım, emeği gasp ediliyor ve çalışma koşulları korkunç, bu demo-tayfa çıkıp dünyanın en çakma-zekâ lafını kuruyorlar: “Kamuda çalışanların da (memurlar) mesai saatlerini değiştirelim verimlilik artsın.” Bazen sanıyorsunuz ki cümlenin sonuna gerzekçe bir soru işareti koyduğunuzda onu cevaplamak zorundayız.. Her insan her zaman gazeteci her işaret de her zaman soru etmez canım kardeşim.. Çünkü çoğu zaman konuşmayalım diye konuşuyorsunuz.. Ne konuştuğumuzu konuşmayalım diye konuşuyorsunuz.. Sonunda ne konuştuğumuzu bilmeyelim-unutalım diye konuşuyorsunuz.. Bir de, hayır, neredeyse filmin sonunda bütün kabahati memurlara çıkarıyorsunuz ya, bütün sorun memurlar, memur düzeni, ek mesailer.. Memurlar vatandaşın fakirleşmesine, yoksullaşmasına sebep oluyor ve memurun bir eli vatandaşın cebinde, ha yani memurun “hırsızlığına” kadar alttan alta veriyorsunuz ya.. Demo-tarafçılar sizi, siz yeni enayiler aradığınız için bilmezsiniz, biz sizin abilerinizle büyüdük, bu alttan alta dili iyi biliriz, bu algı yönetimidir, çünkü bu, o dilin yavru-yansımasıdır, bak anlatıyorum dinle; dersin ki, gerçek suçluları gerçek suçlarından dolayı neden yargılamıyorsunuz, neden cinayetlerin, köy yakmaların, sokak ortasında öldürülmelerin hesabını sormuyorsunuz, hatta bu Ergenekon’u neden Kürdistan’a kadar götürmüyor musunuz, dünyanın en çakma-zekâ lafını kurmuşlardı: “Siz darbeci misiniz?” O yüzden yeni değilsiniz. Enayiliğiniz eskidir. Ve biz o kadar enayi değiliz. Sizi tanıyoruz. Bu manşetleri de bu dili de biliyoruz. Siz asıl şunu açıklayın, neyin inşası yapılıyor, ve siz neyin inşasına katkıda bulunuyorsunuz? Kimin çakma zekâsısınız?
Ama şunu da unutmamak gerekir ki, Mehmet Baransu olmak çok acıklıdır. Bir gün böyle daha dava devam ederken karısı çoluğu çocuğu mahkeme kararını beklerken kötü yazılmış kötü kalpli film karakterleri gibi gülümseyerek çıkamayacaklar diye yazmaktır, bir gün de hukuksuz ve insani olanın yanında bir gün bile insanca duramadığı için ne kadar güçlü ve zalim olanın yanında olursa olsun o gün güçlü olanın yanında durmadığı için zalimin eliyle hapse düşmektir. Çok acıklıdır.. Çok da acıklıdır sizin gibi olmak.. Olmamanın tarihinden geliyorsunuz, bütün olduğunuz yerlerde bile başkasını ne kadar olduramam ya da başkası ne kadar olamaz diye uğraşıyorsunuz, niye bu kadar olamadınız ki acaba, nerede olamadınız ki acaba? O yüzden bilmiyorsunuz, bir rakının da bir türkünün de içli boğuk uyumsuzluğundan büyüyen insan gırtlağının umutlanmalarını.. Hiç sevmediniz ki sevmediğiniz şeylerin gürültüsünü duymayı..
O yüzden kendi insanında, halkında, memurunda, özelinde, genelinde enayilik arayan abim, iki gözüm benim, bil ki, bu devlet “devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” dediği gibi bir sabah da “şerefli ordumuza kumpas kurulmuş sahte dijital deliller üretilmiş” diye döner içeri atar.. Mümkündür, bazen de bir helikopterin düşmesine bakar, şeref de haysiyet de… O yüzden bu tip gazeteciğin demosunu kktc’de de kurmaya başladığınız için tekrar ediyorum, yapmayın, etmeyin, yarın bir gün Baransu olmak çok acıklı olabilir, havadise taraf kalmak mümkün olabilir, yapmayın.. Yoksa inan bana, hukuk burada işlemiyor, adalet sağlanmıyor diye, yarın en çok senin peşinden biz koşarız, senin hakkını biz savunuruz, bunu da bil.. Çünkü biz kurulmuş saat gibi değiliz, ve sadece günde iki kere doğruyu söylemeyiz.. Biz doğruya bakarken, adaleti ararken, havadise taraf olarak bakmayız, insan olarak bakarız..
Yoksa inan bana güzel abim, iki gözüm benim, mesele kamu çalışanları meselesi de değil, özelde çalışanlar meselesi de değil, hiçbiri değil, mesele enayiliğimiz meselesi, enayiliğimiz, biz kabul etmiyoruz, yemiyoruz bunları, çünkü gördük, tanıyoruz bunları ve enayi değiliz diyoruz.. Bu halka enayi olmayı öğretmek istiyorlar ona karşı çıkıyoruz. Anlıyor musun?
Ve emin ol, “Enayiler” nasıl olsa yenilecekler!
Ali DOĞANBAY
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.