Kıbrıs’ta 2004 yılında gerçekleştirilen referandum sürecinin ardından 10 yılı aşkın bir zaman geçti. Bu geçen süre zarfında özellikle adanın kuzeyi açısından “olumlu” diye tabir edebileceğimiz kayda değer bir durum olmadı. Aksine gündelik hayatın bir o kadar daha zorlaştığı, varolan hakların geriletildiği ve gelecek bekletisinin yaşamın tüm alanında sarsıldığı bir ortam yaratıldı. Hatta yaratılmaya da devam ediyor… Elbette güneyde de farklı bir durum olduğu söylenemez.
Bugünle ilgili konuşmaya devam edecek olursak Annan Planı döneminde Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan umut patlamasının bugünkü ilerleyen görüşme süreci ile kıyaslandığı zaman zerresi toplumsal anlamda hissedilir değil. Açıkçası geçmiş referandum sürecinde adanın kuzeyi bakımından öne çıkan en önemli etken halkların ‘barış’masının yerine; ekonomik ve uluslararası hukuğun bireye ve topluma sağlayacağı avantajlar açısından kurtuluşun reçetesi olarak talep edilmesiydi…
Yukarıda da bahsedildiği gibi, bugün ilerleyen görüşme süreci bakımından referandum tarihini vermeye varacak kadar iddialı bir hava olsa da, ada halklarının heyecanı o yönde seyretmiyor…
Bu elbette barış istenmiyor anlamına da gelmiyor…
Bu gerçekleştirilen görüşmeler ve sonrasında sağlanacak “barış” ile alakalı olarak, kendisini solda konumlayan bir çok örgüt veya kişi bu süreci emperyalizmin planı olarak tarif ediyor… Ki bence de öyle!
Ama bu tanımlamanın altını ne ile doldurduğumuz, nasıl bir mücadeleyi benimsediğimiz ve bu sürece nasıl baktığımızı da gösteriyor aynı zamanda…
Mesela emperyalizme yalnız solda değil, sağ-muhafazakar kesimin de karşı olduğunu iddia ettiği durumlar olabiliyor… Son zamanlarda dikkat ettiğim en önemli nokta ise emperyalizmi en çok ağzına alanların ve ona karşı olduğunu iddia edenlerin kavramsal açıdan içini ve işlevini boşalttığıdır.
Emperyalizm denince kastedilen tanımlara bakacak olursak; ilk olarak, emperyalizmin bilinmeyen bir güç tarafından milli işgal operasyonu olarak gösterilip, kapitalizmden arındırılarak ulus milliyetçiliği üzerinden tanımlanması… Bu anlayış dünyada ve yakın çevrede gelişen olayları belirli komplo teorileriyle açıklayarak bağlı olduğu koşulları görmezden gelip, sekter bir hale bürünerek çevresini “eleştirip” yaşanan gelişmelerle ilgili klasik bir reddiyeden öteye gidemiyor.
Bu bakış açısı yaşadığı dünyayı/ ülkeyi/ çevreyi değiştirme potansiyeli olanı kötümserliğe yönelterek, belirli güç ilişkilerine hapsederek çaresizlik duygusundan başka hiçbir halta yaramaz…
İkincisi, emperyalizmi küreselleşme, globalleşme gibi kavramlarla kibarlaştırarak gündelik hayatın her alanına nüfuz eden bir olgu olarak tanımlayan anlayıştır. Çıkan her yeni teknolojik gelişmenin, her uluslararası karşılaşmanın, her siyasi sataşmanın ve her türlü savaş stratejisinin biricik tanımı: emperyalizmdir bu kafaya göre… Teknolojik anlamda globalleşen dünyamızın özel alanlarımızı süsleyen HD (high definition) televizyonlarında izlediğimiz küresel felaketlerin nedenlerini bir türlü açıklamaz! Her ülkenin ulusal başarısı olarak gövde gösterisine giriştiği silahları üretmeye harcanan vakti, neden en can alıcı sıkıntılara harcamadığı konusunda herhangi bir şey söylemez bu anlayış… Aksine çok sever global, sorry! Küresel dünyayı….
İşte bu yukarıdaki bakış açılarına göre mücadele yöntemi de ya belirli komplo teorileri ile dahi açıklayamayacağımız ulusal bir alana sıkışıp kalıyor, ya da küresel bir dünya görüşü ile tüm galaksiye meydan okuyor…
Bugünkü görüşme süreci ile gelinen noktayı da değerlendirirken, emperyalizme yaslanan anlayışın hapsolduğu alan bu tanımlardan farklı değil…
Ya “emperyalizmin planıdır”, diyerek konudan tamamen eliniy ayağını çekiyor, a da emperyal güçlerin desteği sayesinde çözüme ulaşacağını sanıyor…
Halbuki bugünkü koşullarda, görüşmelerin geldiği aşama veya gelecekte olası referandum süreci ile alakalı olarak yorum yaparken emperyalist bir çerçeveden bakacam kaygısı ile aşırı uç yorumlara savrulmak yanlıştır diye düşünüyorum.
Ki burada, kesinlikle emperyalizmi önemsizleştirmek gibi bir anlam çıkmaması gerekiyor. Emperyalizm, en kaba-taslak tanımı ile kapitalizmin dünyevileşmesidir. Geçmişte ve şuanda tüm dünyadaki felaketlerin sebebi ve sonucu olarak kapitalist sistemin en üst aşaması olan emperyalizm, bu adanın bölünme sebebi olduğu kadar kendi çıkarları doğrultusunda insanların sadece “evet” ya da “hayır” diyerek müdahil olabileceği bir “çözüm”ün mimarı o kadar… Hiçbir şekilde ada halklarının yararını düşünmeden, kendi yasaları doğrultusunda hareket ederek oluşturduğu ekonomik pazarın polisliğini yapan bir ekonomik ve militarist ilişkiler ağı…
Kısaca emperyalizmin içeriğini nasıl doldurduğumuz ve dillendirdiğimiz çok önemli! Bugünkü koşullarda emperyalizmin kontrol ve etki alanının dışındaymışız ve sanki olası bir çözüm sonrası emperyalizmin kölesi olacakmışız gibi bir anlayışa hapsolmak, içinde yaşadığımız koşulları iyi okuyamamanın sonuçlarından bir tanesi…
Birileri kendi içimizde emperyalizmin çözümü överek, sözcülüğünü üstlenip bu planları kendi yaratmışçasına savunacak. Ve buna da ahali ancak karşılıklı olarak karar verecek… Hepsi bu!
Daha iyi bir dünya yaratmanın mücadelesini verenlerse, yaşadığı koşulları her daim tahlil edip, yaşadığı veya yaşayacağı felaketleri ise teşhir ederek, çevresini acizlik duygusuna yöneltmek yerine; insanların hayatlarını değiştirme, hayatlarına müdahale etme noktasındaki potansiyellerini ortaya çıkarmayı hedeflemeliyiz…