“Eğer dikkatli olmazsanız, gazeteler sizin mazlumlardan nefret etmenizi, zalimleri ise sevmenizi sağlar.”
Malcolm X
Egemenler çok küçük bir azınlık olmalarına karşın ezilenler karşısında ezilenleri dağınık kılarak dezavantajlı bir durumu kendilerine yönelik avantaja çeviriyorlar.
Emekçilerin çok geniş bir kitleyi oluşturması sermaye karşısındaki gücünü yaratırken, bu geniş kitlenin farklı şekillerde bölünebilmesi ise zayıf karnını oluşturuyor.
Farklı meslek ve statü grupları üstünden koşulları gereği bir farklılık yaşayan emekçiler, sermayenin ideolojik saldırıları sonucunda mental bir bölünme de yaşıyor.
Çalışanların bir araya gelmelerini engellemek için çeşitli çalışma biçimleri yaratılırken, işi şansa bırakmayan bir taraftan da olası bir birlikteliği bilinç seviyesinde bile engellemek için çaba sarf ediyorlar.
Çalışanların mental anlamda bölünmesi zamanla birbirlerini hedef almalarını da beraberinde getiriyor.
Emekçilerin birbirleri ile uğraşması, yani farklı meslek gruplarının birbirini hedef alması, sermaye ve hükümetlere her istediklerini yapabilecek bir hareket alanı sağlıyor.
Bu açıdan sermaye için çalışanların sadece çalışma koşulları üstünden bölünmesi yeterli olmazken ideolojik bir karşı saldırı dalgası da fiili bölünmenin ardılı olarak paket halinde emekçilere dayatılıyor.
Neo-liberal dönemin karakteristik özelliklerinden olan taşeronlaştırma, emekçileri bölmenin yegane araçlarından biri olarak kullanılmakta.
Örnek olarak devlet hastanelerinden bahsedebiliriz; geçmiş dönemlerde farklı farklı mesleklerden olsa da hastanede çalışan herkes muhatap olarak bir işveren bağlıydı.
Bugün ise hastanelerde verilen hizmetlerin birçoğu taşeronlaştırılmış, yemek, temizlik, güvenlik vb. hizmetler taşeron firmalarda çalışan emekçiler tarafında sağlanmakta ve hepsi işveren olarak farklı patronlara bağlı bir şekilde çalışmaktadır.
Bu durum çalışanların beraber hareket etme kapasitelerine büyük oranda zarar verirken, aksine birlikte hareket etmemeyi teşvik etmektedir.
Taşeron uygulaması belediyelerde, devletin çeşitli dairelerinde, üniversitelerde, “outsource” adı altında özel şirketlerde vb. şekillerde artan emek düşmanı bir uygulama olarak çalışma yaşamında tümünde yaygınlaşmış ve normalleştirilmiş bir halde.
Taşeron çalıştırılmanın uygulanamadığı yerlerde ise farklı politikalar yürürlüğe sokuluyor.
Bunun bariz örneklerinde biri ise Göç Yasası.
Bu yasa üzerinden yasa öncesi çalışmaya başlayan bir çalışma arkadaşı ile aynı işi yapan fakat sahip olduğu haklar bağlamında çok farklı koşullarda çalışan bir kamu emekçisi profili yaratıldı.
Yasa öncesi mesleğine başlayan çalışanların tepkisini sınırlamak için ise yasa kapsamı 2011 sonrası işe giren genç emekçileri kapsayacak şekilde icraata geçirildi.
Böylece çalışma koşulları gereği farklı talepleri olmak zorunda olan bir kitle oluşturulmuş oldu.
Ancak tüm bunlar yetmezmiş gibi bölünmüşlüğü derinleştirmek için saldırılar devam ediyor.
Bugün çalışma yaşamında gözle görünen fakat kimsenin sorgulamadığı bir ortam varki ki; bütün çalışanlar çeşitli gerekçe ve biçimlerde birbirlerini suçluyor.
Özel sektör çalışanları kamu çalışanlarını, “Göç Yasası” sonrası çalışma yaşamına giren kamu çalışanları daha eski kamu çalışanlarını, kötü koşullara sahip bir özel sektör emekçisi daha iyi durumdaki bir özel sektör emekçisini, Türkiye (TC) kökenli emekçiler kökeni Kıbrıslı olan emekçileri, vatandaş olmayanlar veya üçüncü ülkelerden gelenler TC kökenli olup vatandaş olanları, işsiz olanlar işi olanları ve benzeri çalışan gruplar birbirlerini rakip ve düşman olarak görüyor.
Bu düşmanlık olgusunda çalışma yaşamının adil olmayan koşulları kadar yaratılan sermaye hegemonyası da pay sahibi.
Peki, bu durumun genel olarak çalışanlar için faydası ne?
Daha iyi koşullara sahip olan bir çalışanın hakları gerilediği zaman hali hazırda kötü koşullarda çalışan bir çalışana ne gibi bir faydası var?
“Beter olsunlar!” şeklinde anlamsız bir iç rahatlama dışında bir HİÇ!
Fakat bu durum patronlar ve hükümetler için biçilmiş kaftan.
Kimse onları emekçilerin koşullarından ötürü suçlamıyor ve sorumlu tutmuyor!
Sermaye örgütleri, hükümetler, destekçisi gazeteler gibi mekanizmalar üstünden katlanılan bir durum tercihmiş gibi emekçilere dayatılıyor.
Birinin sahip olduğu hak başka birinden çalınmış gibi bir algı oluşturuluyor ve bölünmüşlük fiili bir durumdan daha da öteye giderek zihinlerde yaratılıyor.
Tüm bu emek düşmanı saldırılara karşı kitleleri birleştirici noktalar bulmak zorundayız.
Çalışanların hakları günden güne geriye, çalışma koşulları kötüye giderken bölünmüş dar çalışma biçimlerine hapsolduğumuzu ve bunu aşabilecek bir mücadeleyi örgütlemekten başka bir çaremiz olmadığını yaymaktan başka çaremiz yok.
Onlar devlet-özel, kadrolu-taşeron, göç yasası öncesi-sonrası, göçmen-yerli, vatandaş-yabancı… diye böldükçe biz ortak noktaları görünür kılarak birleştirmeliyiz.
Fakat bunu slogandan öte, somut problemlere dokunan bir anlayışla yapabiliriz.
Özel sektör emekçilerinin örgütlenmesini isteyen fakat bunun mücadelesine dahil olmayan, işsizliğin herkesin sorunu olduğu halde bununla mücadeleyi salt işsize bırakan, göçmen emekçilerin en zor koşullarda çalıştığını gören ancak onlarla bağ kurmaya çalışmayan bir mücadele soyuttan öteye gidemez.
O halde?..
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu