EMEK HAREKETİNİN AÇMAZLARI VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI-ALİ ŞAHİN

Emek hareketine yönelik saldırıların günden güne arttığı, sendikal hareketin ise sokağa doğru bir hareketlenme içine girmeye çabaladığı koşullarda emek hareketinin sorunlarını tartışmaya devam edebiliriz.

3 Aralık’ta yazdığımız “Yeni Bir Yıla Başlarken” başlıklı yazıda durumu şu şekilde özetlemiştik:

“Partilerden, sendika ve diğer demokratik kitle örgütlerine kadar Sol genel olarak bu yeni koşullara adapte olamamış durumda.

Sendikalar 1980/90’ların örgütlenme ve mücadele biçimleri ile sınırlı.

Özellikle işçi kesimi üretimden koparılmanın da etkisiyle, geçmişin aksine özel ve küçük çaplı işletmelere kayarken genelde devlette örgütlenmeye alışkın sendikalarımız emekçilerle temas kuramıyor.

Bu şekilde özel sektörde çalışan genç emekçiler için sendikalar, kamuda çalışan eski nesillerin imtiyazlarını koruyan birlikler olarak görülüyor.

Öte yandan, özelleştirme hemen hemen her kurumun önünde bir tehlike olarak dururken sendika yönetimleri x parti, y müdür ile flört ederek bürokratik yöntemlerle mücadele etmeye çalışıyor.

Partiler ise daha beter!

Kitlesel olan merkez sol partiler mevcut saldırılara karşı bir iki cilalamadan öte bir pratik ortaya koyamıyor.

Pratikleri şekilsel değişiklik dışında ortaya bir farklılık koyamadığı için aksine Sağ’a puan kazandırıyor.

Radikal sol parti ve örgütler ise dar gruplara sıkışarak slogan siyasetinden, yada bazı dönemlerde parlayan bir biçimden öteye gidemiyor.

Bir anlamıyla sendikaların yaptığını radikal sol örgütler de kendi pozisyonuna göre yapıyor.”

Bu özetin yanında, egemenlerin emek hareketine yönelik saldırılarını nasıl bir zeminden yürüttüğüne de değinmeliyiz.

Yukarıda değindiğimiz gibi üretimden koparılmanın bir ürünü olarak yıllarca, ağırlıklı olarak kamu kuruluşlarına yönlendirilen Kıbrıslı Türk halkı, sendikal anlamda da yönünü kamu kurumlarına kaydırmış bir hale geldi.

Böylece, Kıbrıs’ın kuzeyinde sendika kelimesi ister istemez kamu çalışanları ile özdeşleşerek onlara özgü bir biçime kavuştu.

Özel sektör ve kamu emekçileri arasındaki ekonomik ve sosyal uçurum büyüdükçe de, sendika kelimesi çalışan kesimler içinde en kötü koşullara sahip olan özel sektör emekçileri için imtiyazlı bir grup olarak görülen  “memurların” çıkarlarını savunan antipatik örgütlere dönüştü.

Bu algının zemini birçok farklı etken tarafından yaratıldı ve yaratılmaya da devam ediyor.

Özel sektör emekçileri içinde sendikal bir örgütlülük yaratma niyeti olan emekçiler olsa bile, sayıca az çalışanın bulunduğu küçük işletmelerin çoğunlukta bulunduğu Kıbrıs’ın kuzeyinde bu niyetin pratik bir karşılık bulması çok zor.

Kamuda örgütlü sendikalar teoride özel sektör çalışanlarının sendikalaşmasını bir ihtiyaç olarak kabul etse de, bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik hiç bir girişimde bulunmuyor.

“Yasal olarak özel sektör çalışanlarının çıkarlarını savunacak durumda değiliz” şeklinde bir argümanla özel sektör emekçilerinin S.O.S çağrısına kulak tıkıyor.

Acı bir örnek olarak asgari ücret belirleme komisyonu toplantılarına işçi temsilcisi olarak katılan sendikaların asgari ücret alan kaç üyesi olduğu sorusu sorulabilir.

Hal böyle olunca; pratikte yan yana gelmesi gerekenler teoride bile yan yana gelemiyor ve birbirlerine özel sektör emekçileri kamu emekçilerine düşman gibi bakıyor.

Bu durum yüzünden yapay olarak emekçiler çıkarları farklıymışcasına karşıt gruplar haline geliyor.

Bu yapay ayrımın baş mimarı egemenler ise bu durumdan çok iyi faydalanmaktalar.

Liberal bir ağızla “Bu devlet çalışanlarının da çok fazla hakları var, bak özeldekilere!” şeklinde bire algıyla hem özeldeki sömürüyü meşrulaştırıp katmerli hale getirmek, hem de kamu emekçilerinin haklarını geriletmek için ellerinde gelene yapmaktalar.

Bunu da “memurdan alıp özel sektör çalışanına vermek gibi” lanse etmeye çalışıyorlar fakat alakası bile yok!

Gerek kamu gerekse de özel, emeğe yönelik yapılan saldırılar tüm emek cephesine zarar veriyor.

Göç yasası bu durumun bariz bir örneği.

1600-1800 TL arası maaşlarla işe başlamak zorunda bırakılan kamu emekçileri sayıca arttıkça, patron cephesinin özel sektör emekçilerini düşük ücretlerle çalıştırmaya yönelik “devlette bile böyle, işine gelirse” şeklindeki argümanları artıyor ve kuvvetleniyor.

Egemenler en genel anlamda emek cephesini birbirlerinden bağımsızmış gibi bölerek, olası hak taleplerinin meşruluk zeminini yok etmek için uğraşmakta.

Böylece emekçilerin birleşik bir şekilde mücadele etmesini engellemiş olacaklar.

Çalışan bir kesimin sorunu, bir diğerininkiyle ilgili değilmiş gibi bir algının egemen olduğu ortam peşindeler.

Bu şekilde, çalışan kesimler içinde hangi kesim sesini yükseltirse yükseltsin halkın bütünü içinde marjinal kalacak.

Mevcut durumda da bu çaba için kamu emekçileri biçilmiş kaftan.

“Memur düşmanlığı” üzerinden yaratılan politik zeminde, egemenlere karşı emekçilerin birliği konusu gündeme bile gelmiyor, çünkü emekçiler birbiriyle uğraşarak yeterince bölünmüş bir durumda.

Hedeflerini sadece kamuda örgütlemekle sınırlandıran sendikalar ise bu emek düşmanı hegemonyayı kırmaktan çok uzak.

Talepleri, çalışan kesimler içindeki oranı gittikçe azalan belirli bir kesim ile sınırlı olan sendikal anlayış kendini tekrar ederek yavaş yavaş tükenecektir.

74 sonrası oluşan sendikal hareketin gelişim seyri maalesef buna işaret ediyor.

Emek hareketini daraltmak için elinden geleni yapan egemenler cephesinin karşısına, emek cephesini genişletecek bir anlayışa çıkabiliriz.

Bu da, mücadeleyi belli başlı kesimler ile sınırlayan talepler yerine, daha geniş kitleleri kapsayacak ve birleştirebilecek talepler ortaya çıkarmakla mümkün olabilir.

Emek cephesini genişletecek talepler…

ALİ ŞAHİN

Be the first to comment

Leave a Reply