Kıbrıslı Türk halkının kendi coğrafyasında ne oranda egemen olduğunun yanı sıra emekçi kitlelerin sınıfsal çıkarlarını doğrudan ilgilendiriyor “yeni su meselesi”. Önceleri su üzerinden mesele sadece Evkaf’ınki iken, şimdi de nur topu gibi bir diğeri önümüzde.
İmzalanan protokoller, kapı arkasında dönen kulisler, gizliden açıktan dayatılanlar, belki de hiç bil(e)mediğimiz pompalanan vaatler… Ada’nın kuzeyinde yürütmeye ortaklık eden CTP, PM kararı gereği; suyun idaresinin her hangi deniz aşırı bir özne tarafından yapılamayacağını yüksek sesle bildiriyor ve bu yönde gelen talepleri “reddedeceğini” dillendiriyor. Ancak bu reddi; reddettiği her neyse onun ayrıntılarını demokratik ve şeffaf oluşun gereği resmi organlarca değil de, daha çok feodal ilişki kültürüne uygun dedikodu ile yayma yöntemi üzerinden yüzeysel biçimde gerçekleştiriyor. Destekleyici yan unsur olarak da – pratiğinde çokça rastladığımız- özünden koparılmış sloganist yöntemleri (“Bize inanmak gerek. “Emek en yüce değerdir”.”) devreye sokuyor. Ve bunun üzerinden- onunla diyaloğa gerek bile duymadığı halktan- koşulsuz destek talebini somutlaştırıyor. Yanı sıra kendi tabanına da eleştirel idrakten azade yapay bir coşku hali yüklemeyi başarıyor.
Kendi coğrafyasında dönüştürücü-ifa edici özne olması gereken Kıbrıslı Türk halkına bu konuda; ne talep edildiğini, somut koşulların ne olduğunu, neyin reddedildiğini, reddedilenin karşısına neyin konulduğunu anlatmak bir yana dursun; bu anlamdaki diyalog eksikliğini, yöntem yanlışlığını eleştirenlere “CTP DÜŞMANI”, “MÜZMİN MUHALEFET”, “ HERŞEYİ BİLEN” vb. yaftaları iliştirerek -CTP kendi iddiasıyla devrimciyken- devrimci oluşun, dönüştürücü oluşun sac ayaklarından olan diyalog süreçlerini ta baştan dinamitliyor. Yani halkı doğrudan ve dolaylı yollardan etkileyecek süreçlere halkın eleştirel katılımını- seçkinci bir tavırla- coğrafya içindeki hegemonyasına yönelen bir tehdit olarak algılıyor. Ve böyle eleştirildiği noktalarda ise -kurtarıcı sıfatıyla seçtikleri Mehmet Ali Talat’ın Türkiye’de yaşamış olsaydı oy vereceği parti olan- AKP pratiğine pek benzeyen “HERKES BİZE KARŞI” çığırtkanlığıyla mağdura yatıyor. Devrimci karakter özelliklerine sahip olduğunu iddia edenlere – ki onlara inananların en büyük yanılsamasıdır- bu noktada şu hatırlatmayı borç bilirim.
“Bir devrim; halktan, halkın kendini ifadesinden, iktidara etkin katılmasından korkamaz; halka hesap vermek, başarılarını, hatalarını, yanlış hesaplarını ve zorluklarını açıklıkla bildirmek zorundadır.” *
Brezilyalı eğitimci Paulo Freire Ezilenlerin Pedagojisi’nde kağıda döktüğü bu cümlelerde bizim coğrafyamızda yaşanan büyük bir sahteliği daha evel bir zamandan işaret etmekteydi.
Buna bir örnekle değinmek gerekirse; Göç Yasası konusunda tüm emekçi kitleler adına bir dizi talep içeren mektubu yine bir grup eğitim emekçisinin- mecliste bulunmaları hem yasal hem meşruyken- CTP ‘nin eski cumhurbaşkanı adayı ve şimdiki meclis başkanı Sibel Siber’e vermek için girdikleri halkın meclisinde tartaklanmaları ve haklarında yasal işlem başlatılması bu anti-demokratik, sözde devrimci tavrın başka bir vücut bulma şeklidir.
Özetle CTP bize, halka, emekçilere eleştirmeyin demiyor.
Aksine dediği şu: ELE(ŞŞŞT)İRİN.
* Paulo Freire,”Ezilenlerin Pedagojisi” 1991, s.116-117
Yusuf Özgü Sertel
Bağımsızlık Yolu Üyesi