Dünyamız ısınıyor, hem de hızlıca… Bugün yapılan araştırmalara göre 1850 yılından bu yana yer kürenin ısısı ortalama 0.8oC artmış durumda. Okunduğunda az gibi duyulsa da etkileri hiç de azımsanacak gibi değil; ki bunun sürekli artmaya devam eden bir değer olduğunu da unutmamak gerek. Geri dönüş mümkün olmasa da ısıyı sabitlemek elimizde; ancak bunun için köklü bir sistem değişikliğinin gerekliliği kavranmalı ve bunun için mücadele edilmelidir.
İlk yazımda da belirttiğim gibi küresel ısınmanın esas sebebi karbon içerikli gazların atmosferde artması ve sera etkisine yol açmasıdır. Sera gazı olarak da adlandırılan bu gazların artışı öncelikli olarak fosil yakıtların kullanılması ve diğer yandan ormanların tahrip edilmesine bağlıdır. Kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlar bugün dünya genelinde enerji eldesi için fabrikalarda, taşıtlarda ve santrallerde kullanılıyor. Bu da havaya bitkilerin ememeyeceği kadar karbondioksit (başat sera gazı) salıyor. Buna paralel, ormanların yok edilmesi de karbondioksiti emecek bitkileri yok ederek karbondioksit konsantrasyonunun atmosferde daha da yoğunlaşmasına yol açıyor.
Bugün ana akım medya aracılığıyla kulağımıza çalınmaya çalışılan küresel ısınmanın “insan etkinliği sonucu” ortaya çıktığı savı, meselenin tüm sınıfsal ve sistemsel özünü saklamakla kalmayıp bu küresel felaketin faturasını tüm insanların sırtına yıkmaya çalışıyor. İnsanlara sürekli önlem almaları gerektiği dikte ediliyor. Sera gazı salınımına sebep olan spreyler kullanılmamalı, bacalarda filtreleme yöntemlerine başvurulmalı, bisiklet kullanılmalı, ağaç dikilmeli ve daha birçoğu… Elbette ki bireysel etkinlikler önemli; ancak bunların gezegenimizi kurtarmayacağı da aşikar. Zira bu felaket tam manasıyla kapitalizmin etkinliği sonucu tekevvün etmiştir ve kapitalizm var oldukça kapımızda durmaya devam edecek. Sömürü üzerine temellenmiş bu çarpık sistem kadını, çocuğu, işçiyi sömürdüğü gibi doğayı da sömürüyor, sermayedarlar doğayı mülk ediniyor. Daha fazla kar için fazla üretim yapılıyor, insanlar tüketmeye ve hep daha çok tüketmeye itiliyor. Yetmiyor, yeni ihtiyaçlar yaratılıyor! Oysa insanlar sakız çiğnemeden, hamburger yemeden yaşayabilirler. Çocuklar ışın kılıçları, Barbie ve Ken olmadan da oynayabilirler. Gençler Ferrari kadar hızlı bir arabayı sürmeden de eğlenebilirler…
İhtiyaçlar çoğaldıkça hammaddeler tükeniyor, hammaddeler tükendikçe başka coğrafyalara el atılıyor. Sınırsız talan sürüp gidiyor.
McDonalds’ın daha fazla sığır üretimi için yağmur ormanlarını yok ettiği bugün herkesin malumu. Yeni öğrendiğim diğer bir çarpıcı örnek ise General Motors, Standard Oil Company ve Firestone tekerlek şirketlerinin kendi ürünlerini pazarlayabilmek için zamanın birinde kırkbeş şehirde yolları ve hatları tahrip ederek toplu taşımacılığı yok etme gayretidir.
Gelişmiş olarak nitelendirilen ülkeler yaptıkları göstermelik çevre protokolleriyle birbirlerinin karbon salınımını denetleyip kısıtlıyorlar. Bunun üzerine sermayedarlar fabrikalarını bu protokollere tabi olmayan fakir ülkelere kuruyorlar ve karbon yine aynı gökyüzüne salınıyor. Kısacası biz istediğimiz kadar ağaç dikelim, ömrümüz yok edilen yağmur ormanı ekosistemini yerine getirmeye yetmez. İstediğimiz kadar bisiklet sürelim, taşıt fazlasının veya ulus ötesi şirketlere ait fabrikaların yaydığı karbondioksitin önüne geçemeyiz. Hasılı, bireysel çabalar ve sisteme içeril göstermelik protokoller küresel ısınmayı durduramıyor.
***
Yapılan araştırmalarla küresel ısınmanın etkileri az çok sabitlenmiştir. Isının gittikçe artması tarımı büyük ölçüde etkileyecek ve öncelikle dünya nüfusunun temel besin kaynağı olan tahıllar tükenme tehdidi ile yüzleşecek ki bu da açlık sıkıntısını artıracak. Kullanılabilir su miktarında ciddi azalmalar olacak ve buzulların erimesine bağlı deniz sularının yükselmesiyle su baskınları gerçekleşecek. Birçok tarım arazisinin tuzluluk oranı artacak, araziler işlenemeyecek.Su baskınları sonucu çeşitli bölgeler yaşanamaz duruma gelecek ve bu da insanları göç etmeye itecek. Daniel Tanuro’nun “Yeşil Kapitalizm İmkansızdır” kitabında gerçek verilere dayanarak verdiği örnek durumun vehametini gözler önüne serer. Tanuro, 1999’da çevre sığınmacılarının yirmi beş milyona ulaşan sayısının ilk kez savaş sığınmacılarınınkini geçtiğini söyler.
Isınan gezegende hastalıkların çoğalacağı da bir kehanet ya da felaket senaryosu değil tamamen gerçektir. Daha sıcak koşullarda yaşayan patojenler (hastalık yapıcı organizma) sayıca arttıkça, etkilenen insan sayısı da artacak. Aynı zamanda bugün ülkemizde de yavaş yavaş gözlemlemeye başladığımız ve küresel ısınmanın bir sonucu olan aşırı meteorolojik olaylar da hastalıkların habercisidir. Zira bir anda ve çok miktarlarda yağan yağmurla taşan lağım suları kullanma sularına ya da sulama sularına karışabilmektedir. Bu da özellikle yerel yönetimlerin küresel ısınma başlığını gündemlerine almalarının gerekliliğini gözler önüne serer. Kanalizasyon sistemleri iyileştirilmeli, dereler ehlileştirilmeli, hele ki bizim yaşadığımız coğrafyada akar duruma getirilmeli, barajlar kurulmalı, kullanılabilir su korunmalı.
Sadece insan odaklı düşünmenin yeterli olmayacağını bilmek önemlidir. Zira küresel ısınmanın tüm bu etkileri insanlara -en başta da yoksul olanlara- zarar verirken, bir çok ekosistemi yok etmekte, canlıların soyları tükenmekte ve insanın da bir parçası olduğu doğanın dengesini koruyan tür çeşitliliği gittikçe azalmaktadır.
Tüm bu bilimsel gerçekler gün gibi açıkken fosil yakıtlardan vazgeçerek güneş, dalga, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya başlamak daha çok zaruri bir hale gelmektedir. Fizikçi August Arrhenius’un fosil yakıtların iklim değişikliğine yol açacağını öne sürmesi ve güneşle çalışan buhar makinesini keşfeden Ericsson’un güneşin desteğine başvurulmazsa Avrupa’daki kömür rezervlerinin tükeneceğini söylemesinin üzerinden tam iki asır geçmesine rağmen bugün hala fosil yakıtlar en çok kullanılan enerji kaynaklarıdır. Çok pahalı olduklarından dolayı bugün yenilenebilir enerji teknolojileri herkes için ulaşılabilir değildir. Sistem hükümetlerinin bu teknolojileri tüm halka ulaştırabilecek bir program geliştirmeleri de mümkün görünmüyor çünkü fosil yakıt sektörünün ekonomik gücü onlara da hükmediyor. Kar hırsı, yoksul insanı ve doğayı kazanında kaynatıyor.
Malesef Kıbrıs’ın genelinde bugün radikalleşmiş bir ekoloji mücadelesi mevcut değildir. Gezegenimize sahip çıkmak için meseleye hem ekolojik hem de sınıfsal yaklaşan, antikapitalist bir çerçeveden bakmak gerekir. Sistem içi bazı düzenlemeler kabul edilebilir olsa da bunun asla yeterli olmayacağı bilincine varmalı, adımlar ekososyalist bir geleceğe doğru atılmalıdır.
Başak Önel
Baraka Dostu
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.