Giriş olarak…
Eğitim bugün, varolan sistemin devamlılığı için iktidarların elinde araçlaşıyor. Okullar, sömürü üzerine temellenmiş bu sistemin devamlılığını sağlayacak neferler üretmek gayesi güden birer kışlaya dönüştürülüyor. Keza müfredatlar bunun apaçık göstergesi. Tartışıyorsun sınıfta, fikirleri dinliyorsun, fikrini söylüyorsun ama yeterli gelmiyor, vakit de yetmiyor tüm vicdanını ortaya koymaya. Zira gençler bu müfredata bağımlı kılınıyor, bununla sınanıyor, aksi takdirde istedikleri herhangi bir üniversiteye yerleşemiyorlar. Ben bir biyoloji öğretmeniyim… Vicdanı müfredatın sayfalarına sıkışan… Bu yazı bir vicdan rahatlatması olmayacak. Aksine tarihe düşülmüş bir hatırlatma olacak. Özgür bir eğitime, özgür bir yurda, özgür bir dünyaya kavuşana dek sistemin çarklarına karşı diretmek için!
Bu yıl, küresel ısınma, tür çeşitliliği, endemizm, klonlama, kök hücreler, hayvan deneyleri, hayvanat bahçeleri, sürdürülebilirlik ve bunun gibi birçok güncel konu müfredata dahildi. Tabi ki enli boylu konuşamadık her şeyi. Oysa öyle zevkli ve öyle derin ve ancak üzerinden öyle rant sağlanan konular ki bunlar… Hepimizin tartışmaya aç olduğu başlıklar aslında tümü. Ben de birkaç hafta bu ve benzeri konuları irdelemek istiyorum. Yeni tartışmalara vesile olması ümidiyle…
Tartışmaya başlarken: Küresel ısınma nedir?
Karbon, çeşitli bileşikler halinde, yerkürede doğal bir döngü içerisindedir. Bu döngünün en önemli parçası da hiç kuşkusuz su ve kara bitkilerinin yanısıra, suda yaşayan tek hücreli fitoplanktonlardır. Zira başka hiçbir canlının mazhar olmadığı bir özelliğe sahiptirler: Fotosentez yapmak.
Fotosentez oldukça karmaşık bir işleyişe sahip olsa da kısacası bir beslenme yöntemidir. Karbondioksit ve suyun, ışık enerjisinin etkisiyle birleştirildiği ve sonuç olarak glukoz adındaki organik şekerin üretildiği reaksiyonlar dizisi…
Diğer yandan, solunum olarak adlandırılan olgu ise, organik maddelerin yakılması, enerji eldesi ve sonuç olarak karbondioksit salınımını içerir -ki solunum yapmak sadece bitkilere değil tüm canlılara ait bir özelliktir.
Özetle, bitkilerde solunum sonucunda karbondioksit salınırken fotosentez sırasındaysa karbondioksit kullanılmaktadır. Gelişmekte olan bir bitkide karbondioksit kullanımı, bu gazın salınımından çok daha fazladır. Yaşam döngüsü süresince bu alışveriş dengelenir ve bir süre sonra salınan karbondioksit miktarı kullanılanın üzerine çıkar.
Atmosferde ve sulardaki karbondioksit miktarına başka doğal faaliyetlerin etkisi olsa da dengeyi koruyan esas payda, bu iki reaksiyon arasındaki ilişkidir.
Kapitalizmin yıkıcı etkinlikleri sonucu -ki bunlar bir sonraki yazıda tartışılacak- karbon döngüsünün doğallığı talan edilmekte ve başta karbondioksit olmak üzere karbon içerikli diğer gazların konsantrasyonu normalin çok üzerine çıkmaktadır.
Bu karbon içerikli gazların doğal olmayan artışı -yine çeşitli antiekolojik etkinlikler sonucu atmosferde artan su buharı ve bazı azotlu bileşiklerle birlikte- sera etkisine sebep olur.
Tüm bu gazlar havada bir tabaka oluştururlar. Bu gaz tabakası güneşten gelen ışınların geçmesine izin verirken geri yansıtılanların çıkışına izin vermez ve dolayısıyla ısıyı yer kürede hapseder. Tıpkı sera naylonları gibi! Bu sebeple, yer küre ısınır ve bu küresel ısınma doğal olmayan iklim değişikliklerine yol açar. İklim değişiklikleri sabitlenmediği takdirde bugün yaşananlardan çok daha büyük yıkım ve kayıplar yaşanacaktır -ki bunlar da bir sonraki yazının konusudur.
Devam ederken: Küresel ısınma hep var mıydı?
Daniel Tanuro, “Yeşil Kapitalizm İmkansızdır” kitabında, “dünya tarihi aynı zamanda iklimler tarihidir” der. Tarihi boyunca dünyada “buzul” çağlarını “buzullar arası” çağlar takip etmiş, dünya soğuyup ısınmıştır. Ancak bu çağlar takibi, dünya ile güneşin konumlanışları ve dolayısıyla güneşin etkinliğinden olagelmiştir. Kısacası bu değişim sera gazlarının birikmesine bağlı değildir.
Buzullar arası dönemlerde güneşin etkinliği daha fazladır. Isı buna bağlı olarak artar. Isının artması havadaki karbondioksitin suda(göllerde/nehirlerde/denizlerde/okyanuslarda) daha az çözünmesine ve atmosferdeki karbondioksit oranının artışına sebep olur. Bu da sera etkisiyle sonuçlanır ve ısı bir miktar daha artar.
Buzul çağı olarak bilinen dönemlerde ise güneşin etkinliği daha azdır. Bundan kaynaklı olarak ısı düşer. Isının düşmesi -bu sefer ters olarak- karbondioksitin suda daha kolay çözünmesine ve atmosferdeki karbondioksit oranının azalmasına yol açar. Bu da sera etkisinin azalması ve ısının bir miktar daha düşmesi demektir.
Daniel Tanuro yine aynı isimli kitabında tüm bunları kısaca şöyle açıklar: “Eski çağlarda iklimsel değişim sera etkisinin artışına yol açarken, günümüzde iklimsel değişime ya da iklimsel altüst oluşa sera etkisi yol açmaktadır”.
Tüm bunları anlamak küresel ısınmanın doğal bir süreç olduğunu idda edenlere karşı durmak açısından önemlidir. Zira kendileri kapitalizmin günah bekçiliğini yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Başak Önel
Baraka Dostu
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.