Eylül ayında açılan yeni öğretim dönemi, Şubat ayının gelmesi ile birlikte birinci dönemini geride bıraktı. Çocukların okuma-yazmayı öğrendiği bu dönem bundan sonraki hayatları için en önemli dönemdir diyebiliriz belki de… Okuma ve yazma deyip geçmeyelim; okuma ve yazma, aslında, öğretmenler olarak çocuklara verebileceğimiz en büyük eğitimlerden bir tanesidir. Okuyan çocuk ufkunu genişletir. Okuyan çocuk, okuduklarını sorgulayabilir ya da başka kaynaklar ile karşılaştırma yapabilir. Yani çocuk, okuduklarında ya kendini bulabilir ya da yeni bir fikri yaratabilir. Ancak ne yazık ki, bir heyecan ile okuttuğumuz çocuklarımızı daha sonraları ya okumaktan uzak tutuyoruz ya da okumaktan soğutuyoruz.
Okuyan çocuğun hayal gücü daha da genişler. Okuduklarını resmetmek, canlandırmak, okuduklarının müziğini yapmak ister. Peki tüm bunları yaptırabiliyor muyuz? Maalesef hayır. Yaratılan sistemde sürekli bir yarış atı gibi bir yerlerden bir yerlere koşturuyoruz ve bu durumdayken sanatla, edebiyatla ilgilenmek bizi yarıştan geri bırakacakmış gibi geliyor. Aileler ve öğretmenler de okullarda bu sistemin içinde hem eziliyor hem de çocukluğunu yaşamadan büyütülmüş çocukları yetiştirmek durumunda kalıyor.
Kolej, ösym vb. sınavların rekabeti arttırması ile eğitimin şekli de değişti. Kaderimiz dört seçenekli soruların eline düştükçe eğitim, öğretime değil, soru teknisyenliğine dönüştü. Önceden hazırlanmış çoktan seçmeli soruların yanıtları ile “daha iyi” bir okula giden yolun kapısı aralanıyor. Bunun için konuları öğre-t-miyor, sadece soruların nasıl çözüleceğini anlatmaya çalışıyoruz. Bu şekilde çocukları sonuca odaklı bir şekilde eğitmiş oluyoruz.
Ancak eğitimde önemli olan, sonuç yerine süreç olmalıdır. Çünkü öğrenme, süreç içinde gerçekleşir. Ancak biz sonuca odakladığımız için sadece hedefe ulaştırmaya çalışıyoruz çocukları… Bu yüzden de önemli olan hedefe ulaşmak olduğu için tartışmaktan, fikirlerini paylaşmaktan uzak bireyler yetiştiriyoruz.
Duygularını ifade etmeyen, bir fikri tartışmayan, sorgulamayan, sorgulatmayan çocuklarımız oluyor. Ve bu rekabetçi sistem bizi sonuca odaklarken o kadar gözümüzü karartıyor ki etrafımızı göremiyoruz. Çünkü birbirimizle yarışıyoruz.
Sokakta kol kola gezdiği arkadaşı ile yarışır hale gelen çocuklarımızın nasıl mutlu olmasını bekliyoruz?
Çocuklarımızı sokaklarda beraber top oynadığı, gezdiği, dolaştığı arkadaşı ile ezici bir rekabete sokuyoruz. Bazen birinin başarısı diğerinin başarısızlığı haline gelebiliyor. İşte bu koşullar içerisinde yetiştirdiğimiz çocuklarımız, duygularını ifade etmeyen, başka fikri duymayan, kendi başarısına odaklı kişiler haline dönüşürken büyükdüklerinde ise sadece kendi başarılarına odaklı yaşamaya devam edecek bireyler haline geliyorlar.
Halbuki bizim kişisel değil, toplum olarak başarılı olabilmemiz lazım. Toplum olarak omuz omuza yürümemiz gerekir.
Bu sistemi yıkana kadar en azından çocuklarımızı sanatsal faaliyetlere olabildiğince daha fazla götürmeye çalışmalıyız. Bireysel etkinliklerin yanısıra takım olarak yapabileceği etkinliklere de dahil etmeye çalışmalıyız. Onları sokaklara çıkaralım. Onlarla birlikte doğayı gezelim. Çocuklarımızla konuşmaktan kaçmayalım. Onlar ile sürekli tartışalım. Merakla sorular sormalarını teşvik edelim. En azından bu şubat tatilinde bunun için ilk adımları atalım.
Gelecekteki toplumun adımlarını bugünden atmak için çocuklarımıza şimdiden sevgiyi, dayanışmayı, dostluğu, mücadeleyi, birlikteliğin güzelliklerini öğretelim.
Güzel yarınlar için bügünlerin değerini bilelim.
Onur Bütüner
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti